Ayın ardındaki güneş: Kandahar
Nefes Kanada’da yaşayan Afgan bir gazetecidir. Afganistan’daki kız kardeşi Nefes’e son güneş tutulmasında intihar edeceğini yazar. Bunun üzerine Kandahar yollarına düşen Nefes’in yolculuk boyunca rastladığı tuhaf kişiliklerde kardeşine umut taşıyabilecek tüm detayları ses-kayıt cihazına kaydetmesi filme belgesel havası veriyor. Filmde Nefes’in kendisiyle ve ülkesiyle bir Batılının gözlerinden hesaplaşmasına şahit oluyoruz. Afganistanlı kadınlar üzerine birçok karamsar söyleme sahip film, savaş halindeki bir ülkede dikkatini burka altında hapsolmuş (!) kadınlara yöneltiyor (Bu açıdan Akif Kayapınar’ın filmi değerlendirirken dile getirdiği önemlidir: İstikrarın olmadığı yerde özgürlüğü arama çabası filmin barındırdığı en önemli çelişkidir). Temel ihtiyaçları bile burka ardında gören, söz hakkı ve çoğu zaman bir ismi bile olmayan, rengârenk burkalar altında çölde çamaşır yıkayan, makyaja özenen kadınlar. Bunlara benzer birçok sahne, izleyenin gözünü alarak asıl meseleden uzaklaştıracak çarpıcılıkta. Genel kodlara bakıldığında ise Afgan kadınlarda eksikliği hissettirilenler aslında bir Batılının öngördüklerinin eksikliği. Bu anlamıyla oldukça oryantalist bir bakışa sahip olan filmde yapılan sistem eleştirisi de bu öngörüden izler taşıyor. Meseleye bir Afgan gibi bakamamak bizi sağlıklı bir değerlendirmeden uzaklaştırabilir. Sonuçta sosyal yaşantısından hiçbir kare görmediğimiz Afgan kadın için burkanın ne demek olduğunu bilmiyoruz. Aynı şey çizilen Molla karakteri için de geçerli. Özellikle silah ve Kur’an’ın yan yana görülmesi düşündürücü. Filmin Batı sinema dünyası için çekilmiş olma ihtimali gözönüne alındığında ise bu durum çok daha değişik bir hal alıyor.
Filmden sonra “Doğulu bir yönetmen, özellikle de benzer sıkıntıların kendi ülkesinde de yaşanıldığı düşünülen bir yönetmen, bu sıkıntıları başka ülke üzerinden neden işler?” sorusu akıllara geliyor. Filmin 11 Eylül öncesinde çekilmiş olduğu da dikkatlerden kaçmamalı.