Yahudilikte Seçilmişlik Anlayışı
Küresel Araştırmalar Merkezi “Kadın Kimliği Üzerinden Çağdaş Kültür Okumaları” atölye grubunun Tezat toplantıları çerçevesinde Şubat ayındaki misafiri, İSAM’da araştırmacı olarak görev yapan Dr. Salime Leyla Gürkan idi. Gürkan, 2002 yılında Lancaster Üniversitesi, Dinî Araştırmalar Bölümü’nde tamamladığı “The Jewish Concept of Chosenness in Tradition and Transformation” başlıklı doktora tezini, “Yahudilikte Seçilmişlik Anlayışı” adı altında sundu. Seçilmişlik kavramının Yahudi tarihi boyunca nasıl anlaşıldığı ve yorumlandığını, Yahudi kimliği, tarihi ve dinî algılayışını nasıl etkilediğini konu alan bu tez, literatür temelli bir çalışma niteliğinde. Teolojideki kaymaları esas alarak yapılan üçlü tasnif uyarınca, Kitab-ı Mukaddes ile Rabinik dönem, modern dönem ve Holokost sonrası dönemde seçilmişlikle ilgili Yahudi literatürü, Yahudi-Hıristiyan münasebetleri çerçevesinde inceleniyor. (Bu sebeple İslâm etkisinin çok yoğun olduğu Ortaçağ tezin kapsamı dışında.) Zira tarih boyunca Hıristiyanlarla oldukça sancılı seyreden ilişkiler, Yahudi seçilmişlik anlayışını doğrudan etkilemiştir.Seçilmişliği eleştirip sorgulamak yerine, verili olarak ele alıp tasvir ve analizini yaptığının özellikle altını çizen Gürkan’ın, Yahudilik üzerine çalışan herkesin mutlaka okuması gereken temel bir kaynak niteliğindeki bu tezini şu şekilde özetleyebiliriz:Yahudi tarihindeki belli değişimlere paralel olarak evrim geçiren ancak her dönemde Yahudiliğin merkezinde yer almayı sürdüren seçilmişlik kavramı, genellikle üstünlük olarak anlaşılsa da, aslında “farklılık”a işaret eder. Zira Tevrat’ta “seçilmiş kavim” değil, “kutsal (kodeş) kavim” ifadesi geçer ve “kodeş”, İbranicede kutsal bir şeyi sıradan olandan ayırıp bir kenara koymak demektir. Bu manada seçilmişlik, Tanrı’nın tamamen kendi iradesiyle önce Hz. İbrahim’i, ardından onun neslini diğer kavimlerden ayırarak kendisine has bir kavim olarak seçmesidir.Tevrat sonrası ilk sözlü literatür olan Mişna’da da seçilmişliğe doğrudan bir atıf yoktur. Ancak Hıristiyanlığın bir devletin resmî dini haline dönüştüğü ve İsrailoğullarının kutsal bildiği topraklarında hegemonya kurduğu bir dönemde kaleme alınan Mişna’nın yorumu olan Talmud, seçilmişliği doktrin haline getirdi. Zira Hıristiyanlığın alternatif bir seçilmişlik anlayışıyla (Tanrının vakti zamanında seçtiği bir ırk olan fizikî İsrail’e karşı manevî seçilmiş grup, yani kilise) gelerek Yahudiliğe teolojik bir tehdit oluşturduğu bu dönemde, Yahudiler varlıklarını neden devam ettirmeleri gerektiğini ispatlamaya yöneldiler. Böylece Tevrat’ta yeryüzüyle sınırlı olan seçilmişlik, Rabinik literatürde dünya yaratılmadan önce İsrail’in var olduğu ve efendi konumunda bir gün tekrar geleceği söylemine dönüştü. Ancak ilginçtir İslâm coğrafyasında yaşamış Yahudi din âlimleri seçilmişliği kabul etseler de, bunu diğerleri gibi iman esasları arasına sokmadılar.Seçilmişlik anlayışında ikinci büyük dönüşüm, Tanrı katili, İsa’yı reddedenler suçlamasından kurtulmak isteyen Yahudilerin, Hıristiyanlarla eşit vatandaş olarak kendilerini kabul ettirme mücadelesine girdikleri ve buna karşı antisemitizmin yükseldiği modern dönemde yaşandı. Daha önce vahye dayalı, Tanrı’nın inisiyatifinde bir kutsal hakikat olarak anlaşılan seçilmişlik, bu dönemde Aydınlanmacı Yahudiler ve reform cemaati eliyle bir ideolojiye dönüştü. Artık seçilmişlikte vahyin yerini akıl ve rasyonellik, hakikatin yerini ideoloji aldı, millîlikten evrenselliğe geçildi. Kendi dehaları sayesinde bir Tanrı inancına ulaştıkları ve bunu tüm dünyaya yayma misyonunu üstlendikleri söylemi yaygınlaştı.Seçilmişlik anlayışındaki üçüncü büyük dönüşüm ise, Holokost sonrası dönemde yaşandı. Ancak Holokost söyleminin ortaya çıkışı, 1967 ve 73 Arap-İsrail savaşlarına tekabül eder. Zira Holokosttan kurtulup ABD’ye giden mağdurların sözlerini, o dönemde tuzu kuru Yahudi kardeşleri dinlemeye tahammül dahi göstermemişlerdi. Ancak Amerikan toplumunda aşırı benimsenen Yahudiler, Tevrat’tan uzaklaşıldığı ve antisemitizmin azaldığı bu dönemde birkaç nesil sonra tamamen Hıristiyanlaşmak tehlikesiyle yüz yüze kaldılar. Sunî bir antisemitizme duyulan ihtiyaçla (1967 Savaşı Araplara karşı İsrail’in ezici zaferi ile sonuçlansa da) otuz sene önceki Nazi katliamı yeniden gündeme getirildi. Böylece Amerikan Yahudileri silkinirken, İsrail de işgal politikalarını meşrulaştırma fırsatı yakaladı. Bu dönemde seçilmişlik, bir ideolojiden yaşam politikasına dönüştü; hem dinî-vahyî, hem de felsefî-evrensel vurgu giderek tarihî seçilmişliğe dönüştü.90’lardan sonra “post-modern seçilmişlik”, içinde biraz din, biraz tarihin yer aldığı oldukça eklektik bir kültürel-seküler seçilmişliğe dönüştü. Mananın yerine biçim öne çıktı, hatta Yahudiliği tavuk çorbası ile özdeşleştirenler oldu.Bu konuya İslâm’ın bakışı ise şöyledir: Kur’an seçilmişliği değil; kayıtsız-şartsız, mutlak, tek bir etnik gruba ait seçilmişliği reddeder. Zira İslâm inancında kavimler arasında devir teslim vardır. Bu manada Yahudi seçilmişliğinin en problemli tarafı, seçilmişliği kendileri ile başlatıp bitirmeleridir ki bu da aslında sonradan istismar edilmiştir.