Çok Yönlü Bir Sufinin Gözünden Son Dönem Osmanlısı: Aşçı Dede’nin Hatıraları
Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Bir Kitap/Bir Yazar programı kapsamında, yakın bir zamanda neşrettiği Aşçı Dede’nin Hatıraları adlı eser etrafında konuşmak üzere Aralık ayında Mustafa Koç’u misafir ettik.Kitap hakkında konuşmaya geçmeden evvel, ‘aşk’ın modern araştırmacılar tarafından klasik edebiyatımızdaki kullanımıyla asıl ifade edilmek istenenden çok farklı anlamlarda anlaşılabildiğine değinerek aşk üzerinde duran Koç, ilk olarak tasavvufta ve Dîvan edebiyatımızda önemli bir yeri olan mâ-sivâ anlayışına temas etti. Aşçı Dede’nin de ifade ettiği gibi, aşığın maşûka (Allah’a) ulaşması karşısında günah ve nefis gibi bazı engeller vardır ve bu engellerin ortadan kaldırılması için de nefis terbiyesi gerekir. Mutasavvıflar arasında dünyevî aşka önem verilir; zira bir kul ancak bu vesile ile Allah aşkına istidat kazanabilir. Bir diğer ifadeyle dünyevî aşk, kişiyi hakiki aşka götüren bir köprü vazifesi görür.Eski bir yeniçeri olup, ocağın kapatılmasından sonra Nizâm-ı Cedîd ordusuna katılan Mehmet Ali Efendi’nin oğlu olarak 1828 yılında Kandilli’de doğan Aşçı Dede’nin asıl ismi Halil İbrahim’dir. Çocukluğunun büyük bir kısmı Vefa-Şehzadebaşı çevresinde geçen Aşçı Dede, henüz sıbyan mektebinde okurken yazdığı hatıralarında bütün yönleriyle sıbyan mektebine yer vermektedir. Aşçı Dede’nin bu hatıralarını Koç, Türk edebiyatının muvaffak olmuş ilk romanı olarak değerlendirmektedir. Daha sonra Süleymaniye Rüşdiyesi’ne giren ve buranın ikinci mezunlarından olan Aşçı Dede, hatıralarında rüşdiyede gördüğü dersler, müfredatın işlenişi ve sınıflar hakkında çok değerli bilgiler vermektedir.Rüşdiye’yi bitirdikten sonra harbiyeye dahil olan Aşçı Dede, memuriyet vesilesi ile ülkenin önemli şehirlerini görme imkânı bulmuştur. Şam, Erzurum, Erzincan ve Edirne başta olmak üzere pek çok şehri gören Aşçı Dede, bu şehirlerde gördüklerini, tanıştığı kişileri çok canlı bir şekilde tasvir etmektedir. Aşçı Dede, gündelik hayatı anlatmaktadır. Bir mahallenin, bir semtin, bir şehrin tasvirini, oraya gerçek anlamıyla hayat veren unsurlarla birlikte anlatır. Bir başka ifadeyle Aşçı Dede’nin anlattığı eski İstanbul, eski Osmanlı’dır. Koç’a göre, bir mahallenin anlaşılması, sadece insanları terbiye eden değil, aynı zamanda cemiyeti şekillendiren, o mahalleye yüksek bir kültür kazandıran ve mahallenin kimliğinin oluşmasında en önemli müessese olan tekke ve camilerin anlaşılabilmesine bağlıdır. Aşçı Dede de hatıralarında, eski İstanbul’un gündelik hayatının sûfîler etrafında nasıl şekillendiğini anlatmaktadır. Bir tasavvufî hareketin Anadolu’da nasıl kurulup teşkilatlandığını ve bunun tesirlerinin İstanbul’a kadar ne derece etkili olabildiğini, farklı tasavvuf şubelerinin birbirleri arasındaki ilişkilerin ne şekilde olduğunu bütün açık seçikliğiyle Aşçı Dede’nin hatıralarında görebiliriz.Aşçı Dede, şahidi olduğu yer ve olayları, şeyh efendileri, şeyh-i sânîleri, mürîdânı, hatipleri ve cami cemaatini ete kemiğe bürünüp kitaptan çıkacakmışçasına canlı bir şekilde tasvir etmekte ve bütün bunları nefis bir İstanbul Türkçesi ile anlatmaktadır. Koç’a göre bu nefis üslûbun izahı ancak Aşçı Dede’nin samimiyeti ile mümkündür.1850’den 1906’ya kadar geçen yarım asrı aşkın bir süre içerisinde eserini yazan Aşçı Dede, sadece tasavvuf tarihi alanında çalışanların değil, eğitim tarihi ve şehir tarihi alanlarında çalışanların müstağni kalamayacakları, herhangi bir arşiv belgesinde bulunması mümkün olmayan bir hazine niteliğindedir.Aşçı Dede’yi ve hatıralarını ancak bir edibe yaraşır üslûbuyla bizlere tanıtan Koç’un ilgiyle dinlenen konuşması oldukça verimli bir şekilde sona erdi.