XVIII. Yüzyıl Osmanlısı’nda Kredi İlişkilerinin Hukukî ve İktisadî Boyutu
Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Tez/Makale sunumlarının Nisan ayı konuğu, XVIII. yüzyılda Osmanlı’da alışveriş ve borç işlemlerini konu edinen, doktorasını Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde 2007 yılında tamamlayan Süleyman Kaya idi.Tezinin içeriğine geçmeden önce Kaya, XVIII. yüzyılı kadim geleneğe bağlı son yüzyıl olarak gördüğünü, dönemin öncesini ve sonrasını anlamak için bu yüzyılı çok önemli bulduğunu ifade ederek çalışmasını sınırlandırdığı yüzyıl hakkında bazı bilgiler verdi.XVIII. yüzyılda ortaya konan hukuk metinlerinde mezhep taassubunun olduğu ve daha önceki yüzyıllarda ortaya konan görüşlerin tekrar edilip, İslâm hukuk literatürüne herhangi bir katkıda bulunulmadığı şeklindeki yaklaşımları benimsemeyen Kaya, konuyla ilgili kanaatlerini, çalışmasında kaynak olarak kullandığı XVIII. yüzyıla ait fetva mecmuaları, sakk mecmuaları, fıkıh kitapları ve risalelerin yanı sıra şer’iyye sicilleri ve Osmanlı arşiv belgeleriyle ortaya koymaktadır. İlgili kaynakların karşılaştırmalı bir şekilde kullanılması gerektiğinin önemine de işaret eden Kaya, şer’iyye sicillerindeki ifadelerin fıkıh mecmuaları ile desteklenmemesi veya tam tersi halinde ortaya çıkması muhtemel eksik ya da yanlış anlaşılmalara örnekler verdi.Çalışmasında, modern iktisadın terimlerinden biri olan kredi yerine XVIII. yüzyılda kullanıldığı şekli ile karz işlemleri ifadesini kullanan, borç alınıp verilirken ortaya çıkan fazlalığın, söz konusu dönemde kaleme alınan eserlerde ne şekilde anlaşıldığını ve bu işlemlerdeki kullanımlarını ele alan Kaya, Osmanlı’da ribâ ile faiz ayrımı bulunduğu, ribânın haram, faizin ise helal olduğu şeklindeki açıklamaları da eleştirmektedir. Kaya’ya göre, incelenen dönemde günümüzdeki anlamıyla faiz bütün fıkıh âlimleri tarafından haram kabul edilmekte ve hile-i şer’iyye kullanılarak bazı problemler aşılmaya çalışılmaktadır.Bu meyanda, XVIII. yüzyıl âlimlerinin kendilerinden önceki âlimler gibi, herhangi bir haksızlığa yol açmaması ve uygulamanın sömürülmemesi şartıyla hile-i şer’iyyenin caiz görüşünde olduklarına değindikten sonra murabaha ile günümüzdeki faizli işlemlerin farklılığını vurgulayan Kaya, murabaha uygulamasının ne gibi kolaylıklar sağladığını örneklerle de açıkladı. Ayrıca, bugünün şartlarını esas kabul edilip, o dönemdeki uygulamanın yanlış olduğunun söylenemeyeceğini belirtti.Konuşmasında muamele-i şer’iyyenin Osmanlı döneminde yaygın iki farklı kullanımları olan bey‘ bi’l-vefâ (geri alma şartıyla satım) ile bey‘ bi’l-istiğlâl (kiralama şartıyla satım) konusu üzerinde de duran Kaya, muâmele-i şer’iyyede temel olarak, bir para karşılığında elde edilen fazlalığın, verilen borçtan dolayı değil de, bir alışveriş karşılığında kazanıldığı düşüncesinin yer aldığını ifade etti.Murabahada devlet tarafından getirilen üst sınırın yüzde on beş oranında olduğunu, fakat uygulamada yüzde on veya on iki buçuk gibi daha düşük oranların da görülebildiğini belirten Kaya’ya göre, murabahada belirlenen üst sınırın dönemin iktisadî şartlarıyla ilgilidir. Sarraflar için tanınan oranların yüzde on beşin üzerinde olmasının nedeni, savaşlar sebebiyle sarrafların zarara uğrama riskinin yüksek ihtimali üzerinde durdu. Özet olarak belirtmek gerekirse, bu tür uygulamaların -özellikle savaş yıllarında- nakdi karşılama gücüne sahip sarraflar ile nakit ihtiyacı olan askerî zümre arasında sıklıkla yapılmış ve XVIII. yüzyılda Osmanlı’da kul hakkı yenmemesi şartıyla hile-i şer’iyyeye izin verildiği görülmektedir.Kaya’nın çalışmasında vurguladığı bir başka husus ise, dönemin âlimlerince, bu uygulamanın özellikle vakıf hizmetlerinin görülebilmesi ve yetimlerin paralarının işletilmesi için zaruri olduğudur.Kaya, sunumunun ardından katılımcılar tarafından hile-i şer’iyyenin meşruiyetine dair yöneltilen soruları, XVIII. yüzyıldaki uygulamalar ve kaleme alınan eserlerden örnekler vererek cevaplandırdı. Katılımcıların da katkılarıyla zenginleşen program, verimli bir şekilde sona erdi.