Tesettürün Teorikleşmesi
Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Tezgâhtakiler başlıklı toplantı serisinin Mart ayındaki konuğu “Tesettürün Teorikleştirilmesi” adlı sunumuyla Süheyb Öğüt’tü. Ögüt’ün hazırladığı sunum metninin alt başlığı “Pornografi ve Tesettür: Egemenliğin İki Diferansiyeli” idi. Bu başlık önemliydi; zira Öğüt sunumu boyunca, egemenliğin, biri pornografik diğeri tesettürlü olan iki uç noktada kendini nasıl ortaya koyduğunu anlatmaya çalıştı.Bu anlamda Öğüt öncelikle pornografik olanın ne olduğunu anlatarak başladı sunumuna. Buna göre pornografik olan tam olarak, bedenin mahrem olana ait nüanslarının ihlal ya da teşhir edilmesi anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle pornografi, bir kişi tekinin sadece kendisine ait bedensel uzuvlarının korunmadığı, korunamadığı, mahrem olanın ötelendiği yegâne etkinlik modudur. Buna mukabil tesettür ise, tam da bu mahrem olanın korunması, onun bu kişisel olana ait alanın tekrar kendisine iade edilmesi anlamına gelmektedir.Öğüt’ün, sunumuna temel teşkil eden Gorgio Agamben’nin, “Kutsal İnsan” adlı metni üzerine yapılan bir mülakattan aktardığı üzere, Agamben “Ben hayat-biçimleri ve hayat tarzları kavramları üzerine çalışmak istiyorum. Bir hayat-biçimi olarak isimlendirdiğim, kendi biçiminden hiçbir zaman ayrılmayan bir hayattır; içinde çıplak hayat gibi bir şeyi ayırmanın asla mümkün olmadığı bir hayattır. Ve burada mahremiyet kavramı devreye girmekte” olduğunu söylemektedir. Agamben için mahremiyetin bu kadar önemli olmasının nedeni (ki bu Öğüt’ün bütün sunum boyunca geliştirerek ilerleyeceği öz motife tekabül etmektedir), ilk siyasal etkinliğin tam da mahrem olan üzerinden kendini ortaya koymasıdır. Agamben’e göre Antik Yunan’da yaşam doğal hayat (zoe) ve hayatın cüzî bir şekli (bios) olarak ikiye ayrılıyordu. Aristo basit doğal hayatı, polisten yani şehrin -daha doğru bir ifadeyle politikanın- kurulmasından katı anlamda dışlamakta ve oikosun (evin) alanı içine hapsetmektedir. Böyle yaparak ise Aristo polisi, hayat (zen) ile iyi hayat (eu zen) arasındaki karşıtlık olarak tanımlamaktadır. Öğüt’e göre Agamben’in Aristo’dan yola çıkarak dile getirdiği bu fark önemlidir, zira egemenliğe dair temel tartışma bu farktan dolayı ortaya çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, iyi hayatla hayat arasındaki ayrımın oluşturduğu fark yahut yarık/yarılma, egemenin kendini konumlandırdığı o belirsiz mıntıkadır. Bu anlamda egemenin (devletin) iktidarının doğal hayat (zoe) üstündeki birtakım güç kullanma durumlarını ihtiva eden biyosiyasal mekanizmanın kurulum anı bu hareketle birlikte ortaya çıkmaktadır. Daha doğru bir deyişle, modern devlet aygıtı, Aristo’nun bu ayrımı üzerinden kendini tanımlayarak modern devlet olmanın biyosiyasal ufkunu yerine getirmiş olacaktır.Öğüt’e göre, bu anlamda egemen iktidarın ilk hareketi işte bu biyosiyasal bir beden yaratma eylemidir aslında. Modern demokrasi, bu anlamda, ta en başından beri kendini zoe’nin doğrulanması ve kurtuluşu olarak sunmakta, sürekli olarak kendi çıplak hayatını bir hayat tarzına dönüştürmeye ve deyim yerindeyse, zoe’nin bios’unu bulmaya çalışmaktadır. Modern demokrasinin zoe’nin bios’unu bulmaya olan alâkası ise, pornografiyi modern siyasetin temel özü ya da eşiği haline getirmektedir. Buna göre modern egemenlik söz konusu olduğunda, egemen, neyin mahrem neyin pornografik olduğuna verilen kararla birlikte ortaya çıkmaktadır. Bu meyanda pornografik olanın ve aynı şekilde mahrem olanın pratik hayattaki anlamını da içine alacak bir şekilde fakat daha geniş bir anlama tekabül ettiğini belirtmek gerekmektedir. Modern demokrasinin, bedenler üzerinden işleyen bir siyaset etme tarzı, biricik amacınınsa cinselliğin kurtuluşu ve özgürleşmesi olarak ortaya çıkmasının nedeni, mahrem olana yapılan bu temel vurgudur. Buna göre, mahrem ile pornografik olan arasındaki ayrıma karar verendir egemen. Ve modern hayatın yahut siyasetin ufku tam da bu yüzden biyosiyasal bir ufukta kendini konumlandırmaktadır.Öğüt bütün bunlardan sonra tesettürle ilgili sıkıntıların yahut meydana gelen durumların, liberal bir eylem olarak kodlanan birtakım özgürleşim hareketlerinin zıt noktasında durduğunu söylemekte; fakat bunun gerçek anlamda bir özgürleşim olması bir yana, egemenin, kendisini her defasında var kıldığı bir mod olmaktan başka bir anlama gelmediğini vurgulamaktadır. Başka bir ifadeyle siyasetin yegâne kendini belirlenim noktası olan mahremiyet ve bunun doğal bir sonucu olan tesettürlü olma hali, tam da egemen yaşam modunun kendini ifşa ettiği yeri ortaya koymaktadır. Tesettür var olduğu oranda modern devlet, siyaset çıplak kalmaktadır. Bu anlamda Öğüt’ün sunumu her şeyden önce bu farka işaret etmesi anlamında hayli önemli bir yerde durmaktadır.