Hatıralarla Yakın Tarih-2:Avlonyalı Ekrem Bey, Osmanlı Arnavutluk’undan Anılar (1885-1912)
Avlonya Osmanlı idarî bünyesine dahil olan ilk Arnavut şehirlerinden biridir. Buraya Arnavutça’da Vlorë/Vlora ve İtalyanca’da Valona dendiği halde, Osmanlılar Aulon/Aulona şeklindeki Roma İmparatorluğu’ndaki kullanımı sürdürmüşlerdir. Avlonya’nın Adriyatik Denizi’nin en dar noktasında, 60 km genişliğindeki Otranto boğazında önemli bir liman olduğunu fark eden Osmanlılar, daha 15. yüzyılın başlarında burayı fethetmişlerdir.
Hatıratını ele aldığımız Ekrem Bey’in atası Sinan Paşa’nın aslen Konyalı olduğu ve 1480 yılında sancak beyi atanması üzerine Avlonya’ya yerleştiği biliniyor. Asırlarca imparatorluğa hizmet etmiş mühim bir aileye mensup olan Ekrem Bey’in Osmanlı Devleti’ndeki kendi kariyeri pek kısadır. İstanbul’da Mekteb-i Hukuk’ta okurken Hariciye Nezareti Hukuk Dairesi’nde kâtip olarak çalışmış ve o genç haliyle 1904 Sonbaharı’nda Hicaz Demiryolu’nun ilk etabının (Şam-Maan) açılışı için bölgeye gönderilen heyette nezareti temsilen yer almıştır.
Bu sırada Ekrem Bey’in amcalarından Ferid Paşa Sadrazam, Neşet Paşa Şura-yı Devlet Azası, Namık Bey Meclis-i Sıhhıye Azası, babası Süreyya Bey ise Cemiyet-i Rusumiye Reisi’dir. Ekrem Bey’in ablası Suat Hanım Şura-yı Devlet Reisi Said Paşa’nın oğlu Kürd Fuad Paşa ile evlidir. Babasının kuzeni İsmail Kemal Bey, uzun bir bürokrasi kariyerinden sonra Sultan II. Abdülhamid tarafından Trablusgarp valiliğine atandıktan sonra ölüm korkusuyla 1900 yılında Avrupa’ya kaçan, Brüksel’de gazeteler neşreden, 1908 İhtilali’nden sonra İstanbul’a mebus olarak dönen ve bilahare Jön Türk rejimine küserek Arnavutluk’un bağımsızlığında başrol oynayan bir eylem adamıdır.
Osmanlı sefirlerinden (Arnavut) Turhan Paşa başkanlığındaki heyetle seyahati sırasında imparatorluğun sadece başkentinde değil, dört bir tarafında Arnavut devlet adamlarının görev yaptığını görünce, on dokuz yaşındaki Ekrem Bey pek şaşıracaktır. Rodos’ta Cezayir-i Bahr-i Sefid Valisi Abidin (Dino) Paşa, Beyrut’ta Vali Ergirili Halil (Alizoti) Paşa, Suriye başkadısı Libohovalı Nafiz (Yusufati) Efendi ile tanıştıktan sonra, vardıkları Maan kazasındaki kaymakamın da Ergirili bir Arnavut olduğunu öğrenince, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Arnavut’un olmadığı neresi var ki!” diye aklından geçirir.
Kitapta değinilen Arnavut şahsiyetler arasında Mustafa Kemal’i gören her Türk okuyucu hakkıyla şaşıracaktır. Ekrem Bey’e bakılırsa Mustafa Kemal’in “babası 1878 yılında Arnavutların yaşadığı Leskovac (Güney Sırbistan) civarından Priştina’ya göç etmişti. Annesi Pargalı (Yunanistan) bir Arnavut’tu.” Fakat ona göre, “Mustafa Kemal’in Atatürk adını almasıyla birlikte, onun Slav mı, Türk mü, yoksa Arnavut mu olduğu sorusunun manası kalmamıştır.” Yarbay Mustafa Kemal Bey’le 1910 yılında karşılaşmasını anlatan Ekrem Bey, onu nafile yere milliyetçi hareketlerine kazanmaya çalıştıktan sonra şöyle bir yargıda bulunur: “Arnavut millî duygularına sahip olması zaten beklenemezdi. Ancak beni bugün dahi şaşırtan, onun kesin olarak Arnavut dilinin yazımında Arap harflerinin kullanımına taraftar olmasıdır.” Görüşmelerinde kendisinden aldığı tepkiye bakılırsa, “Mustafa Kemal Arnavut dili için Latin harflerinin kullanılmasından söz edildiğini dahi duymak istemiyordu; çünkü Latin harflerini, Türk-Müslüman-Osmanlı İttihadı ilkesini çökertecek bir ara olarak görüyordu.”
Almanca’dan çevrilen hatıratın ilk yarısında, Avlonya’da kırk dönümlük bir bahçenin ortasında yer alan koca konaktaki çocukluk günleri, Viyana’daki lise eğitimi, İstanbul’daki talebelik ve kâtiplik yıllarıyla bu sırada yapılan seyahatler yer alıyor. Asil Osmanlı ailelerinin son dönemdeki ihtişamlı hayatına ışık tutan ve zevkle okunan bu satırlardan sonra, artık Ekrem Bey’in Arnavut milliyetçiliğiyle yoğrulan ideoloji ve siyaset dünyasına giriyoruz. Arnavutçu millî hareketler, ihtilaller ve savaşlar arasında dolanan bu dumanlı satırlarda, soydaşları hakkında hayal kırıklığına uğramış münhezim bir eylem adamının bezgin portresini buluyoruz.