Vefatının 90. Yılında Gerçek Abdulhamid’in İzinde
Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin II. Abdülhamid’in 90. ölüm yıldönümü münasebetiyle düzenlediği atölye çalışmasına giriş konuşması mahiyetinde, çalışmalarını Wisconsin Üniversite’sinde yürütmekte olan Prof. Dr. Kemal Karpat’ı dinledik.Karpat’ın “Gerçek Abdülhamid’in İzinde” başlığı II. Abdülhamid’in insan olarak kim olduğuna yöneliktir. Ona göre, devlet adamlarının en azından iki görünümü vardır: Birincisi şahsiyetleri, ikincisi ise icraatları. Bu noktada, devlet başkanının verdiği kararlarda kişiliğinin payı önemlidir. Abdülhamid’in şahsi hayatını belirleyen en önemli konu, henüz yedi yaşındayken annesinin vefat edişidir. Bu erken gelen ölüm ve anne sevgisinden mahrum halde sarayın entrika dolu rekabet ortamında büyümek onun karakterinde bir çekingenlik, şüphecilik ve hatta soğukluk yaratmıştır. Fakat sık vurgulanan bu niteliklerinin yanında Abdülhamid’in pek üzerinde durulmayan ince tarafları, derin bir güzel sanatlar ilgisi de vardır.Hassas bir yapıya sahip olan Abdülhamid inançlıdır ve Karpat’a göre bu inancında samimidir. Birçok batılı ve yerli yazar Abdülhamid’in dinciliğinin sahteliğini, kötü bir müstebit olarak dini kendi amaçları için kullandığını iddia etseler de, vesikalar ve hatıratı samimi bir inanan olduğunun kanıtlarıyla doludur. Çok bilgili olmasa da, hayatı seven, canlı, hareketli biridir. Gençliğinde birçok şeyden zevk almasını bilmiş, bu nedenle de kendini yeterince yetiştirememiştir. Hatıratında bundan duyduğu üzüntüyü itiraf etmiştir. Tüm bu renkli şahsiyetiyle beraber mevkiinin ana gereklerini yerine getirmeye çalışan bir insandır. Daima kendine teslim edilen tahtı ve devleti, bütünüyle ve hürriyetiyle koruyarak kendinden sonrakilere devretmek kaygısı gütmüştür ve bu onun bir Osmanlı devlet adamı olarak geleneğe ve atalarına bağlılığını göstermektedir.Onun müstebit siyaseti alabildiğine şişirilmiş ve adı Batıda “Kırmızı/Kızıl Sultan” olarak kalmışsa da bu, Karpat için 93 Harbi’nde devletin büyük mağlubiyeti nedeniyle idarenin tek elde toplanması zaruretinden dolayıdır. Buna göre bugünkü demokratik görüşlerle Abdülhamid’in 1876 Anayasası’nı rafa kaldırmasını ve Meclis-i Mebusan’ı dağıtmasını bağdaştırmamıza imkân yoktur; ancak söz konusu istibdat idaresi bugün anladığımız mânâda zulüm ifade etmez. Zira, siyasî bir istibdat olmakla beraber siyasî olmayan her konuda kitaplar, makaleler yazılmış, istibdat dâhil, bugün tartıştığımız ve modern saydığımız meseleler, o dönemde de dergi ve gazetelerde tartışılmıştır. Gerçek mânâda yeni tip matbuat/basın hayatı da Abdülhamid devrinde başlamıştır.Onun siyasî kişiliğinde bir diğer önemli mesele devleti azami derecede merkezileştirmesidir. III. Selim’den itibaren Osmanlı’da büyük bir bürokrasi geliştirilerek, en ücra köşelere kadar devletin gücü hissettirilmiştir. Abdülhamid ise sarayı, tekrar merkez ve ana karar mercii haline getirmiştir. Karpat’a göre dağınık otorite ile iş görülemeyeceğinin anlaşıldığı o günün koşullarında, bu çeşit bir merkezileştirme önemlidir ve bu idarî karar, demokratik değilse de pratik bir önemi haizdir.Osmanlı’da ilk bürokratik reform, yani modern ölçülere göre işleyecek bir bürokrasinin yaratılması da yine onun devrinde gerçekleşmiştir. İlk defa sivil ve askerî bürokrasi ayrılmıştır. Abdülhamid devri boyunca idarenin sivil olduğunu söyleyen Karpat’a göre, İttihat ve Terakki devrinde bu yapı bozulmuştur.Bu dönemde eğitim alanında da büyük çapta reformlar gerçekleştirilmiş, eğitim genişletilip düzenlenmiştir. Asrın sonunda okuma yazma yüzdesi %15-17’ye çıkmıştır ki o devir için çok büyük bir rakamdır. Yine bu dönemde açılan meslek okullarında sadece doktor, mühendis yetiştirmekle kalınmamış; yeni bir okumuş intelijensiya oluşturulmuştur. Eskiden olduğu gibi dar bir sınıftan değil, çoğunlukla taşradan getirilen talebelerle, büyük sosyal devrimlere yol açan bir “social mobility” başlamıştır. Karpat’a göre demokrasinin başlangıcı oradadır, demokrasinin varlığı yalnız seçimlerle değil, halkı temsil eden kimselerin yükselerek karar mercii olmalarıyla sağlanır. Karar merciine geçip Abdülhamid’i tahttan indiren İttihat ve Terakki kurucularının büyük yüzdesi İstanbul dışında doğmuştur, Cumhuriyeti kuranlar Abdülhamid’in bu mekteplerinde yetişmiştir.Dönemin iktisadî politikalarını da değerlendiren Karpat, Osmanlı’nın son iki yüz yıldır ana meselesi olan mîrî araziler ve özelleştirmelerle ilgili önemli adımların tam mânâsıyla Abdülhamid devrinde atıldığından bahsetti. Pazar ekonomisine giden dönüşü olmayan yolda, arazinin özelleştirilmesi, yeni teşebbüslerin ortaya çıkması ve ekonomik hayata Müslümanların katılması onun devrinde olmuş, İttihat ve Terakki devrinde ise bu daha çok millî bir veçheye büründürülmüştür.Abdülhamid’in, Osmanlılığa mı, Türklüğe mi, Müslümanlığa mı önem verdiği sorusunun cevabıyla konuşmasını noktalayan Karpat’a göre, Abdülhamid ırk cihetinden, pek çok Osmanlı Sultanı gibi Türk değildir. Ancak Osmanlı, yüzyıllar içinde kendine has kimliği olan bir medeniyet yaratmıştır. Irkın fevkinde yeralan bu kimliğin dili Türkçe olsa da, Türk terimi İslâm’ı içerdiği halde Osmanlı’yı ifade etmektedir. Türkiye’yi anlamak için bu tür kimlik meseleleri şuradan buradan kopya edilmiş milliyetçilik teorileri ile değil, olduğu gibi, toplumun yaşamı esas alınarak korkmadan değerlendirilmelidir.Son derece verimli geçen konferansı boyunca Karpat, Osmanlı’yı toplumun değişimine nezaret ederek modern yollara sokan ve bugünkü Türkiye’nin sosyal, kültürel temellerini hazırlayan bir hükümdar olarak Abdülhamid’in tarihteki yerini alması gerektiğini defaatle vurgulamıştır.