Türk Romanında Kritik Yaklaşımlar: 13 Ötede Saklı Bir Hakikat Tasarımı Olarak Taşrayı Yeniden Düşünmek
Nasılsa taşra hep hazırdır aşka.Cezmi Ersöz’ün yukarıdaki mısrasıyla oturuma giriş yapan Ümit Aksoy’un bu ayki konuğu Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Mehmet Narlı idi. Taşranın aşka hazır olması; saflığa, bozulmamışlığa, insaniliğe ve iyiliğe yaptığı gönderme ile çok anlamlı geliyor kulağa. Peki, taşrayı kendisine yüklenen bu anlamlar üzerinden düşünmek ne kadar doğru? Bu minvalde Türk romanında taşraya ilişkin nasıl bir algılama, kodlama ve aktarım söz konusudur? Cevabını beklediğimiz bu sorulara, Mehmet Narlı “Taşra neresidir?” sorusunu da ekleyerek sunumuna başladı:Zaman, mekân, siyaset ve kültürle ilintileri sebebiyle taşra, tanımlanması zor bir kavram; merkez kavramıyla birlikte kaim olması da tanımlamadaki diğer bir zorluk. Kavramın kökleri pek çok modern kavram gibi modernleşmeye dayanıyor. Bu türden bir anlamlandırma bir süreç veya zıtlık ilişkisi üzerinden yapılır. Şöyle ki taşrayı kırsaldan şehre, cemaatten cemiyete, örflerden kanunlara, gelenekten moderne bir gelişme sürecine atıfla tanımlayanlar ile kırsal-şehir, cemaat-cemiyet, örf-kanun, gelenek-modernlik karşıtlığı üzerinden tanımlayanlar. Taşraya “merkezin dışındaki her yer” dersek, merkezi belirleyen kimdir? Osmanlı bağlamında İstanbul’a tekabül eden merkez, Ankara için de geçerli midir? Peki, taşralı kimdir, taşrada yaşayan mıdır? Bunlar cevabı verilmiş sorular değildir…Taşranın edebiyatımıza girişi ilk roman örnekleriyle yaşıttır. Cumhuriyet döneminin merkezdeki entelektüeli, taşraya yönelmesinin gerekçesini gerçekliğe ve millîliğe atıfla yapar; halkı aydınlatmayı ve kalkındırmayı kendine vazife bilir. Fakat kaderine terk edilen taşraya giden aydın-yazar irkilir; çünkü eski dimdik karşısında durmaktadır. Sanki yıkılan rejimin sessiz bir kitlesiyle karşı karşıyadır… Gören, irkilen; fakat buna rağmen taşraya ilişkin hedeflerinden vazgeçemeyen yazar, ‘değişme’yi engelleyen tipler inşa eder: ağa, imam, hoca… Köy romanlarında karşımıza çıkan şemanın kaynağı budur. Aydının ikinci yaklaşımı da, Kuvâ-yı Milliye romanlarında olduğu gibi, Millî Mücadele’nin millîliğini sağlayan milletin vatan, bağımsızlık, bir liderin etrafında kilitlenme gibi olumlu vasıflarını yüceltmektir.Çok partili dönemde karşımıza ‘yeni’ bir taşra çıkar; merkezin oy olarak kendilerine muhtaçlığından memnun, modernist ilerlemelerden nâ-memnun, iktidara hoyratça talip yeni bir taşra… Artık taşra, ‘uzak’lardan gelenler tarafından kurtarılacak bir yer değildir; yani sanayileşme ve kalkınma ile birbirine benzeyen, yeknesaklaşan, bir şekilde tanımlanmış modernlik içinden çıkıp gelenler tarafından kurtarılacak bir eski değil; katlanılması gereken kasvetli bir yerdir. Taşraya bakan göz, onu kasvetle tanımlasa da, kasvet taşrada değil, kendisindedir.Peki, mahrumiyetini tevekkülle, masumiyetini tevazuyla yansıtan, insan ve doğa ilişkilerini sevgiyle yaşayan taşralar var mıdır? Bunu yazan yazarlar var mıdır? Elbette ki vardır; üstelik sadece bir zamanların millî romantik Anadolu açılımında değil, günümüzde de vardır…Mehmet Narlı konuşmasının ikinci bölümünde romanlardaki taşra algılarını gruplandırarak birer örnek eser üzerinden inceledi:1. Realizm için taşraNabizâde Nâzım’ın Karabibik’i (1890) ilk köy romanı olarak bilinir. Nâzım, devrinde moda olan realist anlayışa uygun bir roman kaleme almak isteği için konu olarak yoksulluğu tercih etmiş ve yoksulluğu da taşrada bulduğu için konuyu Anadolu köylüsünün hayatından seçmiştir.2. Taşrayı kalkındıralım sevdasıAhmet Mithat Efendi -Rousseau’dan etkiler taşıyan- Bahtiyarlık’ta (1885) refahın ve saadetin taşrada mı, şehirde mi olduğunu sorgular ve tercihini ilkinden yana koyar.3. Modern entelektüelin taşrayla acı buluşmasıYakup Kadri Karaosmanoğlu ve Yaban (1932).Merkezle taşra arasında çift yönlü bir sevgi-nefret ilişkisi başlar. Merkezden gelen aydının halkına yabancılaştığını görürüz. Artık Anadolu saf, bakir Anadolu değildir. Çıkarcı ve menfaatçi halk karşısında aydın bir iç hesaplaşma yapar, nerede hata yaptığını sorgular. Ama gene kendi acısıdır anlatılmaya değen, ötekinin acısı değil.4. Taşrada siyaset ya da demokrasi deneyiminin taşradaki algısıTarık Buğra ve Yağmur Beklerken (1981).Kasabada kurulmak istenen partiyle, kuraklığa çare olsun diye beklenen yağmur arasında bir alegori yapılır. Taşra her kesimiyle ele alınır ve yaşanılan parçalanmanın nedenleri sorgulanır. Bu süreçte iki insan tipinin taşradaki oluşumuna tanık oluruz: Muhafazakâr modernler ile modernist modernler.5. Taşrada bir otel ya da kötücül bireyin yurtsuzluğuYusuf Atılgan ve Anayurt Oteli (1973).Roman kahramanımız yurtsuzdur. Çünkü hem cemiyetin (şehir) gerektirdiği bireyselleşmeyi gerçekleştiremez, hem de cemaate (taşra) kabulünü sağlayacak insan ilişkilerini reddeder. Bu yüzden otelde kalması anlamlıdır. Otel yalnızlığı, kimliksizliği, yabancılığı onayan tek yerdir. Merkeze ilişkin bir figür olarak da Ankara’dan gelip bir gece kalan ve sonrasında hep beklenen bir kadını görürüz. Hiç gelmeyecek olan bu kadının hayali ve sıkışmışlık hali kahramanımızı cinayete kadar götürür. Aslında katlettiği kendisinden başkası değildir.6.Ah! O eski taşraya da taşra özlemiMustafa Kutlu ve Mavi Kuş (2002).Eski taşraların kaybolduğunu, artık kalmadığını düşünen; bu yüzden hüzünlü, olgun, şakacı bir tarz benimseyen bu grup romancıların neredeyse birer meddah görevini üstlendiklerini söyleyebiliriz. Çünkü artık taşra hakikati diye bir şey kalmamıştır.7. Postmodern zamanların taşrasıOrhan Pamuk ve Kar (2002).Kars taşra değildir, Türkiye’dir; bir Türkiye panaromasıdır. Cumhuriyet modernleşmesi ile geleneksel muhafazakârlık arasında kalan ve küreselliğin gölgesinde yaşayan bu taşrada her şey bir aradadır: İlericilik-gerilik, din-dinsizlik, eski-yeni, legal-illegal gibi. Her şeyin bir arada olmasının sonucunda elimizde kalan hiçbir şey yoktur. Her şeyi birbirine eşitleyen; değerlerin eşitliği üzerinden tümünü değersizleştiren bu anlayış, modernizmin bir eleştirisi gibi görülse de, devamı niteliğindedir ve küresel anlayışın sanat ayağını oluşturur.Bu listenin dışında başka gruplandırmalar da yapılabileceğini ya da farklı taşra algılarının bu listeye eklenmesinin mümkün olduğunu belirten Narlı, sorulan sorulara verdiği cevaplarla sunumunu nihayetlendirdi.