İslâmî İlimler-5: Ebû Hanife’nin Usul Anlayışında Sünnet
Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin Tezgâhtakiler toplantılarının Temmuz ayı konuğu Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Anabilim Dalı hocalarından Yrd. Doç. Dr. Metin Yiğit idi. Yiğit bu oturumda, İlk Dönem Hanefî Kaynaklarına Göre Ebû Hanife’nin Usul Anlayışında Sünnet adıyla yayınlanan (İstanbul: İz Yayıncılık, 2009) doktora tezini dinleyicilerle paylaştı.Ebû Hanife’nin Sünnet telakkisinin onun eserleri ve ilk dönem Hanefî kaynakları çerçevesinde incelenmesinin önemine vurgu yaparak söze başlayan Yiğit, Hanefî usûlünde ahad haberin kabulü için aranan tüm şartların Ebû Hanife tarafından benimsenmediğine dikkat çekti. Bu açıdan Hanefî usulünün Ebû Hanife’nin usûlü olarak görülmemesi gerektiğini düşünen Yiğit, bu ikisinin tefrik edilmesi gerektiğini belirtti. Yiğit’e göre, Hanefî usûl âlimlerinin ahad haberin tenkidinde aradıkları şartlar, mezhebin haber anlayışının şekillenmesinde önemli katkıları bulunan İsâ b. Ebân’ın yaptığı tahriçler, yani Ebû Hanife ve talebelerinin hükme bağladıkları fer‘î meselelerden hareketle onların dayandıkları usulü tespit etme faaliyeti neticesinde teşekkül etmiştir. Günümüze ulaşan ilk Hanefî usulü olan Cessâs’ın el-Fusûl adlı eserinde İsa b. Ebân’ın usule dair görüşlerinin sistematik bir biçimde özetlendiği ve benimsendiği görülmektedir. Onun tahriçe dayalı olarak ileri sürdüğü tüm bu haber tenkid kriterlerinin, başta Debûsî, Serahsî ve Pezdevî olmak üzere sonrasındaki Hanefî usul âlimleri arasında kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Bu açıdan İsa b. Ebân’ın Hanefî usul âlimleri üzerindeki derin etkisinden söz edilebilir. Yiğit, İsa b. Ebân’ın tahriçe ve içtihada dayalı usulünün Ebû Hanife’nin usulü olarak kabul edilmemesi gerektiğini söylemekte ve fıkıh tarihinde bu farka işaret eden Semerkandî ve Şah Veliyullullah ed-Dihlevî gibi bazı isimler bulunduğunu belirtmektedir. Tahrîce dayalı fıkhî faaliyetin zannî bir bilgi ifade ettiğine işaret eden Yiğit, müçtehidin fer‘î meselelere dair verdiği hükümlere bakılarak usulünün tespit edilebileceğini kabul etmekle birlikte, birbirine muhalif birden fazla tahrîcin mümkün olduğunu da söylemektedir. Zira müçtehidin içtihad ederken dayandığı usulî ilkeleri açıklamaması durumunda, verdiği hükümlere bakılarak farklı tahriçlerin ortaya çıkması olasıdır. Ebû Hanife ve meşhur talebelerinden fıkıh usulüne dair bir eserin günümüze ulaşmamış olması, Hanefî âlimlerini tahrîce yönelten saiklerin başında gelmektedir. Ayrıca Ebû Hanife’den nakledilen görüşlerin çoğu kez onun dayandığı deliller zikredilmeden aktarılması bunda rol oynamaktadır.İsa b. Ebân, Ebû Hanife’nin meşhur talebelerinden İmam Muhammed’in öğrencisidir. Hoca-talebe irtibatıyla Ebû Hanife’nin ilim geleneği içerisinde yetişen bu şahsın, ileri sürdüğü görüşleri hocası İmam Muhammed’e ve Ebû Hanife’ye nispet etmediği görülür. Onun görüşleri ile Ebû Hanife’nin çizgisi arasındaki irtibatı kuran isim Cessâs olmuştur. Yiğit, Cessâs’ın bu faaliyetini, “İsa b. Ebân’ın tahriç yöntemine dayalı olarak sistemleştirdiği usul ile Ebû Hanife arasındaki boşluğun doldurulması” olarak yorumlamaktadır.Hanefî usul eserlerinde, günümüze ulaşan ilk Hanefî usulünden itibaren ahad haberin kabulü için temel dört şarttan bahsedilmektedir. Bunlar ahad haberin [i] Kur’an ve [ii] Meşhur Sünnet’e muârız olmaması, [iii] umûmu’l-belvâ olan bir konuda ahad derecesinde kalmayıp en azından meşhur düzeyinde nakledilmesi ve [iv] ahad haberin râvisinin rivâyetine aykırı amel etmemesidir. Yiğit’e göre usul eserlerinde verilen örnekler incelendiğinde, sözü edilen bu şartların çoğunun Ebû Hanife tarafından aranmadığı görülür. Zira Ebû Hanife hadisin Kur’ân’a arzı usulünü benimsememiş, bunun yerine Kitap ve Ma‘rûf Sünnet’e arz metodunu kullanmıştır. Bu metod, ahad haberin Kur’an ve diğer rivâyetler ile birlikte değerlendirilerek tercih ve tevil edilmesi üzerinde temerküz etmektedir. Ebû Hanife, sadece Kur’an’ın zâhirine muhalif olduğu için bir rivayeti tenkid etmemiştir. Aksine Hanefî fukahâsının Kur’an’a arz yöntemi ile tenkid ettiği rivayetlerin bazıları ile Ebû Hanife’nin amel ettiğine dair bilgilere ulaşılabilmektedir. Yiğit, yukarıda nakledilen şartlar içerisinde yer alan umûmu’l-belvâ kriterinin de Ebû Hanife’nin haber anlayışında dikkate alınmadığını ve bu anlayışın kavramsal varlığı gibi zihnî varlığının da bu dönemde bulunmadığını iddia etmektedir. Ebû Hanife’nin umûmu’l-belvâ kriteri yüzünden tenkid ettiği hiçbir rivayete ulaşılamamaktadır. Zira Ebû Hanife, usul eserlerinde örnek olarak nakledilen rivayetleri konuyla ilgili aksi yöndeki rivayetler ve sahabe fetvalarını delil getirerek tenkid etmektedir. Yiğit bu telakkinin İsa b. Ebân tarafından geliştirildiği ve sonrasındaki usul âlimleri tarafından kabul gördüğünü belirtmektedir. Yiğit’e göre râvinin rivayetine aykırı amel etmemesi şartı da Ebû Hanife’nin haber anlayışında mevcut değildir. Fukahânın bu anlayışı delillendirmek üzere izledikleri yol da bu anlayışın Ebû Hanife’de bulunduğuna dair bir bilgiye ulaşamadıklarını teyit eder. Usul eserlerinde râvide aranan şartlardan biri olarak sunulan râvinin fakih olması şartı da Ebû Hanife tarafından dikkate alınmamaktadır. Râvinin fakih olması şartı zabt şartının bir yorumu mesabesindedir. Yiğit, Hanefî usul eserlerinde haber telakkisi ile ilgili verilen tüm örnekleri incelemesi neticesinde şu sonuca ulaşmıştır: Hanefî usulündeki haber telakkisi ile Ebû Hanîfe’nin yaklaşımı arasında ciddi farklar vardır.Oturum, katılımcıların Ebû Hanife’nin görüşlerinin Hanifî usul âlimlerine hangi kanallar vasıtası ile ulaştığı, Ma‘rûf Sünnet ve amel kavramları arasında bir ilişkinin varolup olmadığı ve tahriç yönteminin zannîliğinin nasıl anlaşılması gerektiğine dair müzakereleriyle son buldu.