Türkiye Mimarlığı Türkiye’de Koruma Kavramının Gelişimi ve Otantiklik
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölümü hocalarından Prof. Dr. Ahmet Ersen, koruma ve restorasyonun ortaya çıkışını ve bilimsel bir disiplin olarak gelişim sürecini, Türkiye’de tartışmalı bir alan olan koruma alanındaki tecrübeleri üzerinden değerlendirdi.Ahmet Ersen konuşmasında öncelikle otantiklik kavramının ve bu kavramın mimarî korumada nasıl bir anlam taşıdığının üzerinde durdu. Ardından koruma düşüncesinin 19. yüzyıl Avrupa’sında nasıl ortaya çıkıp geliştiğini, hangi süreçlerle olgunlaşıp bilimsel koruma disiplinine ulaştığını ve Türkiye’de nasıl yer bulduğunu, tarihî çevre üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğunu 1869-1996 yılları arasındaki dönem aralığında değerlendirdi.Günümüz koruma disiplininde temel anlayışın otantiği koruma olduğunu vurgulayan Ersen otantiğin kelime anlamını gerçek, dürüst; sahte, ikinci üretim yahut replika olmayan şeklinde açıkladı. Otantiklik kavramının mimarî korumadaki uygulamalara yansımasının 1960’lardan sonra başladığını ve 1990’larda belli bir noktaya geldiğini aktardı. Otantikliğin korunmasını, bir şeyin, taşıdığı değerin arkasındaki soyut kültürle birlikte, yani inançları ve felsefesiyle bütün olarak korunması şeklinde açıklayan Ersen, taşınır objelerde otantikliğin çok net olmasına karşın, mimaride daha belirsiz olduğunu vurguladı. Yapıların zaman içinde işlev değişikliğine uğrayabileceğini ve çeşitli tamirler geçirebileceğini, bu açıdan yapıların geçirdiği çeşitli evrelerin de tarihsel otantiklik kavramının bir parçası olarak orijinal kabul edildiğini açıkladı.Konuşmasının ikinci bölümünde Ersen restorasyon düşüncesinin Avrupa’da ilk defa 19. yüzyılın ortalarında belirmeye başladığını, bu süreçte en önemli faktörün Sanayi Devrimi ve sonrasında gelişen süreçler olduğunu açıkladı. Bu bağlamda, restorasyon düşüncesinin ortaya çıkışındaki diğer önemli faktörler şunlardır: Sanayi Devrimi ile yeni yapı malzemeleri ve yapı tiplerinin ortaya çıkışı; kentlerdeki nüfus artışıyla yeni konut tiplerinin yapılışı; motorlu taşıt trafiği ile yeni yolların açılması ve Fransız Devrimiyle burjuvazinin aristokrasiye düşmanlığı sebebiyle onu temsil eden anıt ve yapıları tahrip etmesi. Bundan önceki dönemlere ait yapılardaki tamirlerin ve yeni eklerin dönemin mimarî üslupları ile yapıldığını söyleyen Ersen, 19. yüzyıla gelindiğinde üslupların çözülmesi, malzeme morfolojisindeki değişimler, yeni yapı tekniklerinin ortaya çıkışı ve modern mimariye geçişin erken sancıları gibi sebeplerin süregelen işleyişi değiştirdiği belirtti. Tüm bu faktörlerin o zamana kadar varolmayan koruma ve restorasyon düşüncesini ortaya çıkarttığını, Fransa’da Viollet le Duc isminin bu alandaki yeni yaklaşımıyla öne çıktığını söyleyen Ersen, Viollet le Duc’ün aynı zamanda Fransız merkezî ulus-devletinin idaresi ve desteği altında yaptığı uygulamalarla bu alanda öncü olduğunu ifade etti. Duc’ün düşüncesine göre “restorasyon korumak ve onarmak değil yapıyı hiçbir zaman varolmadığı kadar bir bütünlük içinde sunmaktır” diyen Ersen’e göre bu düşünce Avrupa’da da etkili bir biçimde yayılır; fakat bu anlayış yapıları özgün hâllerinden farklılaştırır. Ersen, zaman içinde yapıları tahrif eden restorasyon anlayışına da tepkiler doğduğunu, bu alanda en önemli muhalif ismin modern koruma kuramının öncüsü olan İskoç kökenli John Ruskin olduğunu açıkladı. Fransa’da doğan bu restorasyon anlayışına ciddi eleştiriler getiren Ruskin, Ersen’in ifadelerine göre teknik olarak bir şey söylemese de ilkesel olarak ortaya koyduğu düşünceleriyle önemli oranda kabul görmüştür. Diğer taraftan 20. yüzyılda modern restorasyon kuramının doğduğu yerin İtalya olduğunu söyleyen Ersen’e göre, İtalya’nın ekonomik güçsüzlüğünden dolayı bu tartışmaları geriden takip etmesi, ona bu avantajı sağlamıştır. Bu iki zıt düşüncenin sentezi olan bilimsel restorasyonun ilkeleri 1930’larda İtalya’da ortaya konmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da yaşana tahribata karşı aydınlar, bilim adamları ve sanatçılar UNESCO altında toplanarak anıtların korunması için ICCROM kurarlar, 1964 Venedik Toplantısı ve Venedik Tüzüğü modern restorasyon kuramının temel ilkelerini tanımlar. Venedik Toplantısı’ndan sonra kurulan diğer bir sivil toplum örgütü olan ICOMOS “Dünya Kültür Miras”ı kavramını ortaya çıkartır. Ersen, bu süreçleri koruma kuramının olgunlaşmasında önemli aşamalar olarak açıklarken, ayrıca “Dünya Kültür Mirası” kavramının insanlık tarihinin tanımlanması bakımından öne çıkan önemli anıtlar ve sitlerin özgün ve otantik bir şekilde korunması ilkesini kapsaması açısından çok önemli olduğunu vurguladı.Ersen, bizde koruma düşüncesinin ortaya çıkışı ve yerleşmesinde etkili olan yasal gelişmelerin kronolojisini de açıklayarak konuşmasına devam etti ve yasal süreçlere karşın tarihî çevrenin korunamaması, toplum içinde koruma bilinci ve duyarlılığının yetersizliği gibi meseleler üzerinde durdu. Bu durumu, 1923’ten sonraki dönemde cumhuriyetle birlikte siyasî, toplumsal ve kültürel değişimin çevreye bakışı da etkilemiştir. Ersen, bir yandan Osmanlı Devleti’nin yarattığı fiziksel çevre içinde yaşarken diğer taraftan onun kültürel mirasını reddederek inşa edilen yeni rejimin yarattığı yeni anlayışın tarihî çevrenin tahribatının altında yatan en temel sebep olduğunu açıkladı. Ahmet Ersen, son olarak artık küreselleşme ve uluslararası ilişkiler yoluyla Türkiye’nin de evrensel ortak kabullerin içinde yer aldığını, koruma ilkelerindeki gelişmeleri resmiyette dünya ile paralel kabul ettiğini söyledi. Bu kabulün tarihî çevrenin korunmasında yeterince etkili olamamasını da modernleşme ile toplumda meydana gelen zihinsel dönüşümle yaşanan kültürel kopuş karşısında koruma ve restorasyon ilkelerinin işlerlik kazanamamasına bağladı.