Paradigmayı Aşalım, Evet ama Nasıl?

Paylaş:

Sanat Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Sanat Tarihine Mümkün Bakışlar başlıklı program dizisinin ikinci konuğu Prof. Dr. Ayda Arel’di. Arel sunumunda, bir sanat tarihçisi olarak, mimarlık tarihi üzerinde çalışırken karşılaştığı zorluklar ve Türkiye’de bir akademisyen olarak yetiştiği yıllardaki hâkim ideolojinin sınırlayıcılığı ile bu alanda çalışmanın açmazları hakkında konuştu.

Öncelikle reel hayatın içinden bir faaliyet alanı olarak mimarlığın bağlamının reel hayat olduğunu ifade eden Arel, mimarlık tarihi disiplininin tanım eksikliğinden kaynaklanan problemleri olduğunu ifade etti. Bu problemlerin mimarlık tarihinin, sanat tarihi disiplininden ayrılıp kendisinin ortadoks tarihdisiplini şeklinde tanımladığı alanla kesiştiği noktalarda düğümlendiğini ifade etti. Türkiye’nin mimari geçmişine ilişkin birtakım konular üzerinde çalışırken tarihle cebelleştiğini söyleyen Arel “Ben ne yapıyorum? Bu disiplinin amacı ne?” sorularıyla baş etmek zorunda kaldığını söyledi. Bunun da kendi yetiştiği dönemlerde egemen olan misak-ı milli sınırları ile tanımlı resmi tarih tasavvurundan kaynaklandığını vurguladı.

Arel’e göre, “tarih”, sanat tarihi ya da mimarlık tarihi alanlarının odağında değildir, bu disiplinler için tarih sadece kronolojik arka düzlemi meydana getirir. Sanat tarihçisi, mimarlık tarihçisi ya da arkeolog, tarihi kendi disiplinlerinin beklentileri ve öncelikleri doğrultusunda ele alır. Sanat tarihçisi için önemli olan yapıtın estetik niteliği ve biçim olarak ilettiği mesajı ortaya çıkarmak iken, mimarlık tarihçisi mimari yapıtı, işlevsel, konstriktif, ekonomik, teknolojik özellikleriyle değerlendirerek varoluş biçimini sorgular. Mimarlık tarihçisi için estetik nitelik asal değildir, yapı anıtsal olsun ya da olmasın, sıradan bir yapı temsil ettiği ya da etmedikleri ile mimarlık tarihçisinin alanına girmektedir. Mimarlık tarihçisi, bir harabe üzerinde çalışırken arkeolojinin yöntemlerine, estetik sorunsallarda sanat tarihine geçiş yapar; mesela konut üzerinde çalışırken tarih yeterince ipucu vermez ise o zaman sosyoloji, antropoloji gibi disiplinlerden faydalanır ve tüm bu karmaşık veriler örüntüsünü araştırmak Arel’e göre mimarlık tarihçisinin asıl yapması gereken şeydir. Bunun için nasılve kimdenönceniçinsorusunu sormak, farklılığı yaratan kırılma ve dönüşümleri tarihin sürekliliği içinde anlamaya çalışmakgerekir. Herşeye rağmen tarih anlatısının kurgusal bir anlatı olduğu göz ardı edilmemelidir; eldeki belgeler ve veriler doğrultusunda çeşitli neden sonuç ilişkileri ve bağlarla tarihçi tarihsel anlatıyı meydana getirir. Öte yandan tarihçinin, metni oluştururken yaptığı seçimlerle öznelliğini bu tarihsel anlatıya karıştırması kaçınılmazdır. Söz konusu öznellik tarihçinin kendi deneyimi, dünya görüşü ya da beklentileri doğrultusunda koşullanabileceği gibi çoğu zaman içinde bulunulan toplumun dayattığı dünya görüşü ve kalıplar dâhilindedir. Bazen toplumun öncelikleri, fark etmeden tarihçiyi yönlendirir, kimi zamanda bu kalıpların ya da dayatmaların dışında kişi sesini duyuramayacağı bir alana mahkum edilir. Bu ayrışmayı ve dayatmayı Arel konuşmasında aşılması gerekenparadigma olarak tarif etti.

Arel akademisyen olarak yetiştiği yıllarda Türkiye’deki milliyetçi anlayışın çok baskın olduğunu vurgularken; misak-ı milli sınırları ile tanımlanmış bir coğrafya içinde, geçmişle bağları koparılarak yapılmış bir kimlik tanımlamasının varolduğuna dikkat çekti. Bu kimlik tanımlaması ise her türlü kültürel melezleşme karşısında ve bir kültür dayatması olarak herkesi baskı altına almaktaydı. Akabinde bu anlayış içinde ortaya çıkan bakış açısı da Anadolu’yu birbirinden bağımsız kültürel katmanlar şeklinde görmeyi kaçınılmaz kılmaktaydı.

Konuşmasının sonunda A-
rel; döneme özgü ideolojiler etkisinde, kendi mantığı inkar edilerek yazılan tarihin tamamen kurmaca olacağını ama zaten yazılı tarihin bir kurmaca olduğunu, tarihsel anlatıyı oluşturan bilgi ve verilerin çelişmemesinin varsayıma dayandığını, inşa edilen kurgunun başka bir kurgu tarafından çökertilmesinin ise kaçınılmaz olduğunu ifade etti. Buna karşılık bir tarihçide olması gereken tavrın ispat etmeye çalışmak değil anlamaya çalışmak ve sorular ortaya koyarak yeni sorulara zemin hazırlamak olduğunun altını çizdi.

Katılımcıların karşılıklı sorularıyla devam eden program, Türkiye’nin kültür, mimarlık, koruma ve restorasyon meseleleri bağlamında ilerledi.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir