Dünya Güvenliği Kuramı (Theory of World Security)

Paylaş:

Küresel Araştırmalar Merkezi’nin yeni başlattığı etkinliklerden “Küresele Kuramsal Bakışlar” toplantı dizisinin ilk konuşmacısı Prof. Ken Booth oldu. Booth, uluslararası ilişkiler disiplinin ilk defa (1919) bir üniversitede bölüm olarak kurulduğu Aberystwyth Üniversitesi’nde Eleştirel Güvenlik Çalışmalarının kurucu isimlerinden biri. Önümüzdeki günlerde Dünya Güvenliği Kuramıbaşlığıyla Türkçe tercümesi Küre Yayınlarından çıkacak olan kitabı Theory of World Security’nin (Cambridge University Press, 2007) yanı sıra uluslararası ilişkiler disiplininin geleceği Booth’un konuşmasının ana konularıydı. Muhafazakâr düşüncenin dünya siyasetindeki güvenlik kavramını kısıtladığını tartışan Booth, güvenliği, bireylerin ve toplulukların önceden belirlenmiş ve indirgenmiş hayatlar yaşadığı bir olgu değil, onlara insanlığın icadının peşinden gitme imkânını sağlayan kıymetli bir araçsal değer olarak inceliyor.

Konuşmasına kendi teorisini kurgularken düşündüğü sorularla başlayan Booth’a göre, küresel toplum, üst üste gelen bir dizi tarihî krizle karşı karşıya. Bu krizde eski ve yeni bazı düşüncelerle yüzleşiliyor. Uluslararası ilişkiler perspektifinden bakıldığında yüzleşilen bu düşüncelerden en önemlisi, Booth’a göre, 17. yüzyılda Otuz Yıl Savaşı’nın hemen ardından kurulan Vestfalya sistemidir. Vestfalya, “devletçilik/statism”in somut olarak ortaya çıktığı bir dönem olması hasebiyle önemlidir; zira dinsel egemenlik söylemi ulus-devletlerle beraber farklı bir egemenlik alanına dönüşür. O günlerde dinsel egemenlik çağı kendi sınırlarını test eder ve nihayetinde sınırlarının sonuna geldiğini görür… Bugün de benzer bir şekilde Vestfalya düzeninin sınırlarının test edildiğini söyleyen Booth, konuşmasında kapitalizm, milliyetçilik, ırkçılık ve çevre sorunları ile beraber küresel anlamda bir “büyük hesaplaşma” döneminden geçtiğimizi ifade etti. Booth’a göre, ulus-devlet tam da böyle bir yüzleşme sürecinde kendi sınırlarını test edecektir. “Dünyanın geldiği bu noktada, eleştirel teori, mevcut değişimi anlamada kapsamlı bir düşünce biçimi sunmaktadır. Başta Horkheimer’dan neo-Gramscian okula kadar eleştirel teorinin statükoya ve kurumlara meydan okuduğuna şahit oluyoruz” diyen Booth, eleştirel teorinin bizatihi “güç” kavramını incelemeden ya da onunla hesaplaşmadan bir teori kurmasının çok zor olduğunu da sözlerine ekledi.

Bu anlamda Booth, kendi eleştirel teorisini üç seviyede kuruyor: (i)transandantal teori, (ii)pür teori, (iii)pratik teori. Booth, geleneksel teorilerin aksine, transandantal teori ile “insan sosyolojisi” kavramını tartışmaya başlıyor. Bununla insanın karmaşık kurumları kurma ve yönetebilme kabiliyetinin olduğunu, sınırlı olmadığını ve kendisi için potansiyel özgürlük alanlarının bulunduğunu kabul ediyor. Pür teori seviyesine gelince artık mevcut teorilerin sorunları ile beraber eleştirel teorinin ne yapması gerektiğini tartışıyor. Booth’a göre eleştirel teori, mevcut kurumlardaki sorunların ne olduğunu ortaya çıkarmalı ve bunları eleştirmeli. Pratik teori seviyesinde ise Booth yeni bir kavramsallaştırmaya giderek “özgürleştirici realizm” kavramını ortaya atıyor. “Özgürleşim” kavramının çeşitli seviyelerle uyumlu bir siyasal proje önerebileceğini savunan Booth’a göre, bu kavram fazlasıyla Avrupa-merkezci bir algılamaya yol açıyor. Kavramdan “…den özgür olmak” anlamını çıkaran Booth’a göre ekmek, özgürlük ve bilgi kelimeleri tam anlamıyla bu kavramı tanımlıyor. Ekmek, maddi tatmini; özgürlük, siyasal mücadele alanını tanımlarken, bilgi ise doğru söylemeyen hükümete karşı bir özgürlük alanı oluşturuyor.

Bu noktada Booth, “İnsanlığın dünyayı değiştirmek gibi bir kaygısı varsa, öncelikle gücün nasıl bir kavram olduğunu anlamalı” tezini savunuyor. Booth’a göre “tarih”, realist teorilerin anladığı anlamda sabit ve durağan değildir; tarih boyunca radikal değişimler olmuştur ve bundan sonra da olacaktır. “İlerleme” konusunda da oldukça pozitif bir düşünceye sahip olan Booth, Norveçli bir şairden yaptığı alıntıyla insanın imajinatif bir yanının olduğunu ve tam da bu sebeple gelişimi yine kendisinin ortaya çıkaracağını savunuyor. “Eğer bir şey mevcut ise aynı zamanda mümkündür” cümlesi ile bu gelişimi tanımlayan Booth, “İlerleme mümkündür, ancak zorunlu değildir” ifadesiyle ilerlemeci değil, iniş-çıkışları olan bir tarihsel gelişimden bahsediyor.

Konuşmasının son bölümünde uluslararası ilişkiler disiplini hakkındaki düşüncelerini paylaşan Booth, bu disiplinin çok kritik bir dönüm noktasında olduğuna ve önünde çok fazla belirsizlikler bulunduğuna dikkat çekti. Booth’a göre, uluslararası ilişkiler çalışan akademisyenlerin bazı sorunlarla yüzleşmesi gerekir. Bu anlamda bir yanda dünyayı nasıl çalışacağımız sorunu dururken, diğer yanda nasıl bir dünyayı çalışacağımız sorunu var. Bunu aşmanın yolu ise uluslararası ilişkiler alanında çalışanların kaybettikleri odak noktasına tekrar kavuşmaları. Farklı bilimlerin hâlihazırda çalıştıkları göç, çok özel felsefî sorunlar gibi konulardan ziyade bugün dünya siyasetinin nereye gittiğini test edecek araştırmalara ihtiyaç var. Küresel yönetişim sorunları, küresel savaşın nasıl önlenebileceği, uluslararası etkileşimin nasıl geliştirilebileceği ve ulus-devletlerin egemenlik sorunu gibi uluslararası ilişkileri doğrudan ilgilendiren konuları çalışmak gerekiyor

Booth’un bu önemli değerlendirmelerinin ardından program, uzun ve keyifli bir soru-cevap faslıyla devam etti. Toplantıyı kaçırıp da merak edenler, aşağıdaki linke yüklenen videodan konuşmayı izleyebilirler: http://bisav.org.tr/merkez.aspx?module=yuvarlakmasaayrinti&dizi= 1&altturid=80&menuI D=9_6_80&merkezid=6&yuvarlakmasaid=876

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir