Endüstri İlişkilerinde Paradigma Değişimi ve Yeni Yönelişler
“İktisat Konuşmaları”nın beşincisinde Kırklareli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aykaç, Sanayi Devrimi ile başlayan sürecin ortaya çıkardığı endüstri ilişkileri sistemini ve bu sistemde yaşanan paradigma değişimini ve yeni yönelişleri değerlendirdi. Bu değişimleri sanayileşmenin başlangıcı, sanayileşme dönemi ve sanayi ötesi dönem olarak üç grupta inceledi.
“Klasik iktisat, sanayi üretiminin bir ideolojisidir. Klasik iktisat olmasaydı belki Sanayi Devrimi gerçekleşmezdi. Yine o yıllarda eğer büyük çatışmalar ve insan yaratılışına aykırı durumlar yaşanmasaydı, belki de ‘endüstri ilişkileri’ kavramı doğmazdı” sözleriyle sanayileşmenin endüstri ilişkileri sistemiyle irtibatını ortaya koyan Aykaç, zamanla endüstri ilişkileri ile ilgili teorik ve felsefî çalışmaların ve yasal düzenlemelerin zorunlu hale geldiğine dikkat çekti. Bu noktada Endüstri İlişkileri Teorisini geliştiren Amerikalı iktisatçı John T. Dunlop’un kurduğu sisteme değindi.
“Endüstri ilişkilerinde ilk aşama, işçi sınıfının sömürü ve sefalet içinde çok uzun süre koruyucu düzenlemelerden muaf olarak çalışmak zorunda bırakıldığı Sanayi Devrimi’nin başlangıcıdır. Bu, her şeyin piyasaya bırakılması, mümkün olan her türlü kısıtlamadan, düzenlemeden uzak kalınması gerektiğini öngören liberal doktrinin bir uzantısıdır. İkinci aşamada devletin sosyal niteliği yavaş yavaş ortaya çıkar. Devlet birtakım düzenlemeleri işçi lehine yapmak zorunda kalır. İlk sendika örnekleri de bu safhada ortaya çıkar. 1980’lerden itibaren ise üçüncü aşamaya geçilir” diyerek Aykaç, endüstri ilişkilerinin tarihsel sürecine aşama aşama değindi.
Aykaç, endüstri ilişkilerinin üç temel eylem alanını içerdiğini belirtti: (i)bireysel ilişkiler çerçevesinde işçi-işveren ilişkileri, (ii)toplu ilişkiler çerçevesinde işçi-işveren-sendikalar,(iii)kamu kuruluşları arasında kuralların düzenlenmesi. Emek piyasası hakkında bilgiler vererek konuşmasına devam eden Aykaç’a göre emek, üretim faktörlerinden biridir ve bir meta değildir. Piyasada aynen değerlendirilemez; zira tamamen piyasaya bırakıldığında toplumun kendini yeniden üretme gücünü ortadan kaldırır. Diğer üç üretim faktöründen (doğal kaynak, sermaye ve girişim) ayrı incelenmesinin asıl nedeni de budur.
Aykaç emek piyasasına ilişkin analizini şöyle sürdürdü: “Piyasada emek lehine birtakım düzenlemeler kaçınılmazdır. Bunda kurumlar ve sosyal faktörler (yani dış çevre faktörleri) de rol oynar. Dış faktörlerden etkilenmede ilk sırayı, arz-talep dengesini oluşturan piyasa güçleri; ikinci sırayı, kurumsal kuvvetler olarak tanımlanan sendikalar, şirketler ve hükümetler alır. Kurumlar emek piyasasını birbiriyle ya çok zayıf ilişkileri olan ya da çıkarları farklılaşan ve çatışan alt piyasalar şeklinde parçalara, bölümlere ayırır.”
Ardından Aykaç, Japonya örneği üzerinden daha yakın tarihsel süreci ele aldı: “20. yüzyılın ikinci yarısında tüketici zevklerindeki değişimlerle birlikte Fordist sistemin sonuna gelindiği anlaşıldı. Piyasalar bölünmeye ve uzmanlık alanlarına ayrılmaya başladı. Çok kaliteli, çok yönlü tasarım özelliklerine sahip mallar piyasaya girdi. Japonya’yla birlikte yükselen Uzakdoğu piyasaları, Batı sanayisinin maruz kaldığı krizi daha da derinleştirdi. 1970’lerde Japonya özellikle otomotiv ve elektronik sanayisinde lider oldu. Japonya’nın başarısı, kütlevi mallara az sayıda üretilen malların kalite ve çeşitliliğini kazandırmasından kaynaklanıyordu.”
Fordist-Taylorist üretim sisteminin son derece rutin ve yabancılaştırıcı bir nitelik taşıdığına değinen Aykaç, değişimin kaçınılmazlığını şu sözlerle anlattı: “Bu sistemde yüksek verimlilik stratejisi sadece yüksek ücretler ve sendikalara verilen tavizlerle sağlanabiliyordu. Sonuç olarak sanayinin emek maliyeti hızla yükseldi ve sendikalar büyük bir güç haline geldi. Güçlü sendikaların ve işçi sınıfının fabrikalarda kendi kanunlarını dayatabilir noktaya ulaşması, emeğin yönetilebilirliğini zayıflattı ve teknolojik gelişmeyi engelleyici bir niteliğe büründü. Neticede Fordist sistemin köklü bir değişim geçirmesi kaçınılmazdı. Yeni ‘post-Fordist’ dönemde ise işlevsel-esneklik ortaya çıktı.”
Konuşmasının son bölümünde Aykaç, sanayileşmenin ilk dönemi ile bugün gelinen aşamayı kıyaslarken endüstri ilişkilerinde paradigma değişimini de özetlemiş oldu: “Hâkim güç olarak başlangıçta işveren, sendika ve devlet vardı; şimdi ise işveren var. Bu noktada başa dönülmüş durumda. Hâkim felsefe, başlangıçta liberalizm ve liberal doktrin iken, sanayileşme döneminde sosyal liberalizm ve refah devleti anlayışı oldu; şimdi ise neo-liberalizm. Hâkim sektör, daha önce tarım ve ticaret idi, şimdi ise hizmet sektörü. Temel üretim faktörü, sanayileşmenin başlangıcında toprak ve emek iken, sanayileşme döneminde emek ve müteşebbis, günümüzde ise bilgi ve emek oldu. Hâkim teknoloji, başlangıçta tarımı işleyen aletler iken, günümüzde bilgisayar haline geldi. Temel kuruluşlar, özel ve kamu iken şimdilerde bunlara bir de STK’lar eklendi.”