Medeniyetleri Karşılaştırmak: George Makdisi Örneği

Paylaş:

İslâm medeniyetindeki medrese ile Batı/Avrupa medeniyetindeki kolej (college) sistemi arasındaki benzerlikleri ve çakışmaları büyük bir titizlikle inceleyen George Makdisi’nin Türkçeye tercüme edilen İslâm’ın Klasik Çağında Din-Hukuk-Eğitim(2007), İslâm’ın Klasik Çağında ve Hristiyan Batı’da Beşeri Bilimler(2009) ve Ortaçağ’da Yüksek Öğretim(2012) adlı çalışmaları vesilesiyle Medeniyet Araştırmaları Merkezi tarafından “Medeniyetleri Karşılaştırmak: George Makdisi Örneği” başlıklı bir panel düzenlendi.

Oturum başkanı İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Eyyüp Said Kaya, panelde önce Makdisi’nin hayatı ve akademik çalışmaları ile ilgili kısaca bilgi verdi. Makdisi’nin Sorbonne Üniversitesi’ndeki doktora tezinde, Selefi-Hanbeli çizgiden gelen bir âlim olan İbn Akîl hakkında çalıştığını ve ardından Harvard Üniversitesi’nde hicri V. asır Bağdat’ıyla ilgili on altı yıl boyunca çalışmalar yaptığını aktardı. Makdisi’nin medeniyetleri karşılaştırmaya başlaması da bu döneme denk düşmektedir. Charles Homer Haskins’in Avrupa eğitim tarihinde bir dönüm noktası sayılan meşhur eseri TheRise of Universities’e nazire olarak 1981 yılında TheRise of Colleges: Institutions of Learning in Islam and the West(Ortaçağ’da Yüksek Öğretim: İslâm Dünyası ve Hristiyan Batı) adlı eserini kaleme almıştır. Makdisi, kitapta klasik İslâmî ilimlerin (tefsir, fıkıh, hadis ve kelam) sosyal hayatta kurumsallaşmış görünümlerini ve medreseleri incelemektedir. Kaya, Makdisi’nin neredeyse bütün makalelerinin esas olarak TheRise of Colleges’da sorduğu soruların bir tür şerhi ve haşiyesi niteliğinde olduğunu vurguladı.

Panelin ilk konuşmacısı TDV İslâm Araştırmaları Merkezi’nden Ali Hakan Çavuşoğlu’ydu. Makdisi’nin Ortaçağ’daki yükseköğrenimle ilgili TheRise of Colleges’da yaptığı tespitlere değinen Çavuşoğlu, Makdisi’nin eserde “skolastik eğitim metodu” adını verdiği fakat aslında “medrese eğitim metodu” denebilecek sistemden ve bu eğitim metodunun Batı’daki kolej ve üniversite sistemine olan etkisini incelediğini söyledi. Ayrıca eserde medrese eğitimi ile Batı’daki üniversite ve kolej sistemini mukayese eden Makdisi, İslâm düşünce tarihinde “ehl-i hadis” ve “ehl-i rey” olarak bilinen, Batılı literatürde ise “gelenekçilik” ve “akılcılık” olarak karşılanan iki ana akımı tahlil etmeye çalışmıştır. İslâm düşüncesinin skolastisizm ve hümanizm gibi iki önemli hareket içinde hayat bulduğunu ileri süren Makdisi, bunlardan ilkini The Rise of Colleges’da, ikincisini ise The Rise of Humanism in Classical Islam and the Christian West’de (1991) incelemektedir. Diğer yandan Makdisi, İslâmiyatçı kimliğiyle İslâm düşünce tarihi üzerine çalışırken Batı’da ortaya çıkan iki tartışmaya da etkide bulunmuştur. İlk tartışma, İslâm’ın klasik döneminde “lonca” olarak bilinen bir meslekî teşkilatın mevcut olup olmadığı meselesidir. Bu tartışmada Makdisi, kendi araştırmalarına dayanarak fıkıh mezheplerinin birer lonca olabileceği kanaatine varmakta ve İslâm’ın klasik döneminde de Batı’da olduğu şekliyle lonca teşkilatlarının mevcut olduğunu savunmaktadır. Makdisi’nin Batı’da dâhil olduğu tartışmaların ikincisi ise üniversitelerin kökeniyle ilgilidir. Kendisinden önceki çalışmalar Batı’da XI.-XIII. yüzyıllar arasında ortaya çıkan üniversitenin kökenini ya da beslendiği kaynakları Roma ve klasik Yunan medeniyetlerinde ararken, Makdisi yaptığı incelemelerde farklı bir sonuca varmaktadır: Üniversite sistemi olmasa da üniversiteyi ortaya çıkaran kolej sistemi doğrudan İslâm dünyasındaki medrese sisteminden etkilenmiştir. Makdisi, medrese ve kolej kurumlarının öğretim metotları arasındaki ortaklıklara ve bu iki kurumda kullanılan terim ve kavramlar arasındaki birebir örtüşmelere dayanarak bu argümanını sağlamlaştırmaktadır.

Çavuşoğlu, Makdisi’nin kolej sisteminin medrese eğitim modelinden etkilendiği düşüncesini daha iyi göstermek için iki başlığın açıklanmaya muhtaç olduğuna işaret etti. Bunların ilki, skolastisizm ve hümanizm hareketlerinin doğru ifade edilmesidir. Skolastik metodun Türk eğitim sisteminde anlatıla geldiği şekilde olumsuz ve dogmatik bir sistem olmadığının altını çizen Çavuşoğlu, tersine, tartışmaya ve münazaraya dayalı başlı başına bir sistem olduğunu ve zannedildiği gibi doğrudan dinin teolojik boyutuyla değil fıkıh (hukuk) eğitimiyle ilgili olduğunu belirtti. Makdisi’ye göre medresede verilen skolastik eğitim metodunun üç önemli aşaması vardır: (i)Mütefakkihaşaması: İslâm’ın doğru yorumunu ortaya koyabilecek kişiler yetiştirmek. (ii)Ashâbaşaması: Bir fakihin yetiştirdiği öğrenciler içinde, hocalarıyla daha fazla çalışarak ihtisas düzeyinde eğitim almış kişilerin bulunduğu aşama. Bu aşamada cedel ilmi de öğretilir. (iii)Fakîhaşaması: Bu aşamada artık icazet verilir ve öğrencilere müderris olup ders verme yetkisi (icâzetü’t-tedrîs) tanınır.

Çavuşoğlu’na göre, açıklanmaya muhtaç ikinci başlık ise, medreselerdeki skolastik metodun Batı’daki izdüşümlerinin neler olduğu meselesidir. Makdisi’ye göre medreselerdeki eğitim metodunun her üç aşamasının da kolejlerde belli bir tekabüliyeti vardır: Yaklaşık dört yıl süren mütefakkihaşamasının kolej sistemindeki iz düşümü lisans öğrenciliğidir. İkinci aşama, yaklaşık on veya on beş yıl süren lisansüstü eğitimine karşılık gelir. Üçüncü aşamadaki fakih ise, Batı’daki hukuk doktoruna tekabül eder.

Panelin ikinci konuşmacısı olan TDV İslâm Araştırmaları Merkezi’nden H. Tuncay Başoğlu, Makdisi’nin hümanizm (beşeri bilimler) konusundaki katkılarından bahsetti. Beşeri bilimlerden bahsederken Makdisi’nin daha ziyade aristokrat ve entelektüel çevrelerde rağbet bulan bir eğitim tarzını tasvir ettiğini belirten Başoğlu, onun beşeri bilimleri üçlü bir ilim tasnifine tabi tutuğunu ifade etti: Şer‘i ilimler, felsefî ilimler ve edep ilimleri. Başoğlu, bir edîbin, entelektüelin sahip olduğu kültürün sadece edeb ilimleri ile sınırlı olmadığını ve şer‘i ilimler ile felsefî ilimler gibi değişik alanlarda da birikim sahibi olmasının beklendiğini vurguladı. Ayrıca, Makdisi’ye göre hem hümanizm hareketinin hem de skolastisizm hareketinin asıl kaynağı dindir. Makdisi, hümanizm hareketinin skolastisizm hareketinden önce geldiğini iddia etmektedir. Başoğlu, Makdisi’nin bu ilimlerin nasıl öğrenildiği konusuna da dikkat çektiğini aktardı. Makdisi’ye göre, üstat-talebe ilişkisi metoduyla öğretilmeyen bu ilimler, en azından bürokrat ve entelektüel çevrelerden gelenler için medrese sistemi içerisinde öğretilmiyordu. Fakat Abbasi dönemine gelindiğinde bu metodun yeterli olmamaya başlamasıyla kendi kendine öğrenme denilebilecek bir sistem ortaya çıkmıştır. Makdisi ilimler tasnifine dair eserlerin de kendi kendine öğrenmeyi beslemek ve kolaylaştırmak gibi bir kılavuzluk görevi gördüğünden bahsetmektedir. Ancak Başoğlu, ilimler tasnifinin başka felsefî gerekçeleri olduğunun Makdisi tarafından göz ardı edildiğini söyleyerek onun ilimler tasnifini tüketici anlamda incelemediğini de hatırlattı.

Panelin son konuşmacısı Harun Yılmaz ise, tebliğini üç ana bölüm halinde sundu. İlk olarak, “Makdisi’den önce medreseler üzerine neler yazıldı?” sorusuna yanıt vermeyi hedefledi. Makdisi’den evvel Ignaz Goldziher’in Introduction to Islamic Theology and Lawadlı eseriyle nizamiyeler üzerinden medreseler tartışmasına girdiğini söyleyen Yılmaz, Goldziher’in iddiasını şu şekilde özetledi: İslâm dünyasında medreseler Eşariliği savunmak için kurulmuş müesseselerdir ve akılcılık-gelenekçilik mücadelesinde Eşariliğin medreseler üzerinden akılcılığa, Mutezile mezhebine karşı bir zafer kazanmıştır. Yılmaz, ikinci olarak Johannes Pedersen’in medreseler hakkında söylediklerini aktardı. Pedersen’a göre, İslâm dünyasında medreseden bahsedilemez, asıl olan mescitlerdir; zaten medrese de mescitlerden bağımsız bir müessese değildir. Üçüncü isim olarak da Ahmed Çelebi’nin yazdıklarına değinen Yılmaz, Çelebi’nin medrese hakkındaki yorumunu şöyle değerlendirdi: Medrese tamamen fizikî şartların zorlamasıyla ortaya çıkmıştır, zira bir müddet sonra mescitlerde devam eden ilmî faaliyet çoğalarak arttığı için daha kapsamlı olan medreselere ihtiyaç duyuldu. Makdisi, kendisinden önceki bu yorum ve iddiaları reddedip medreselerin asıl amacının fıkıh öğretmek olduğu iddiasını Bağdat’taki nizamiyelerle desteklemektedir. Makdisi’ye göre, sadece fıkha hasredildiği ve fıkıh dışındaki ilimler onun dışına itildiği için medresenin dışlayıcı bir karakteri vardır. Ayrıca, Makdisi mescitte ve medresede devam eden ilmî faaliyet arasında da kesin bir ayrımda bulunmaktadır. Mescitteki ders halkalarının daha genel ve herkese açık olduğunu söylerken, medreselerdeki ilmî faaliyetin yükseköğretim denilen ve belli bir ilmî seviyeye erişmiş talebeleri kabul eden bir yapısı olduğunu söyler.

Makdisi’nin medrese modeline yönelik tenkitlerden de bahseden Yılmaz, ilk isim olarak Abdul Latif Tibawi’yi zikretti. Tibawi, Makdisi’nin çok iyi organize olmuş ve boşluk kabul etmeyen yapısına dair söylediklerini eleştirmekte ve medreselerin Eşarilik ve fıkıhla irtibatlı bir kurum olduğu iddiasını reddetmektedir. Makdisi’yi eleştiren ikinci isim olarak Gary Leiser’i sayan Yılmaz, Leiser’in medreselerin kurulma sebebine dair tezini, Fatımî ulemaya karşı Sünni ulemayı destekleme siyaseti şeklinde özetledi. Ardından, Joan Elizabeth Gilbert’in Şam medreseleri üzerine yaptığı araştırma sonucunda eriştiği sonuçlara değinen Yılmaz, Gilbert’in tezini de medreselerin İslâm hukukunu topluma yaymak maksadını güden meslekten âlim grupları yetiştirmek amacıyla kurulduğu şeklinde aktardı.

1990’lı yıllarda Makdisi’yi tenkit hususunda Jonathan P. Berkey, Michael L. Chamberlain ve Daphne Efrat’ın çalışmalarına değinen Yılmaz, bunların Makdisi’ye yönelik en büyük eleştirilerinin onun anakronizm hatasıyla ilgili olduğunu söyledi. Bu bağlamda araştırmacılar, Makdisi’nin Batılı anlam haritasında anlamlı yeri olan ama İslâm toplumlarında yeri olmayan kavramları kullanmasını kritik ettiler. Makdisi’ye yöneltilen bir diğer tenkit ise, İslâm Dünyasının coğrafî genişliğinin getirdiği çeşitlilik ve farklı karakterlerden ötürü medreselere yönelik bir genelleme yapılamayacağıdır. Problematiklerin de değiştiğini belirten Yılmaz, Makdisi’ye kadar medrese literatürünün “medreseler niçin ortaya çıktı?” sorusunu sorarken 1990’lı yıllardan sonra artık “medreselerin konumu ve fonksiyonu neydi?” sorusunu sormaya başladığını ifade etti.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir