2014’e Girerken Türkiye Ekonomisi: İktisadi ve Siyasi Şoklarla İmtihan

Paylaş:

Küresel Araştırmaları Merkezi’nin 2011’den beri düzenlediği yıllık ekonomi değerlendirme panellerinin üçüncüsü, T.C. Merkez Bankası’ndan Doç. Dr. Lokman Gündüz’ün moderatörlüğünde Koç Finansal Hizmetler ve Yapı Kredi Bankası Başekonomisti Doç. Dr. Cevdet Akçay, Odea Bank Ekonomik Araştırmalar ve Stratejik Planlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Serkan Özcan ve PGlobal Partneri, TAİB Yatırım Bank Yönetim Kurulu Başkanı ve İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Yülek’in katılımıyla gerçekleştirildi. Panelde iktisadi ve siyasi konjonktürün, özellikle de ülke içindeki sıcak gelişmelerin Türkiye ekonomisine etkileri ele alındı.

“Kırılganlığın esas sebebi, siyaseten hâlâ normalleşemememiz”

Cevdet Akçay, konuşmasında Türkiye’de yaşanan siyasi şokun “nevi şahsına münhasır” olduğu ve bunun iktisadi etkiler doğurmasının da son derece muhtemel olduğu üzerinde durdu. “Türkiye hâlâ normal bir ülke değil, normal olma çabası içinde; hâlâ istikrarlı değil, istikrar kazanma çabası içinde” diyen Akçay’a göre, devletin siyasetin üzerinde konumlandığı bir ülkede normallikten bahsedilemez. Küreselleşme, iktisaden bir devletin ticaret ve finans kanallarını küresel sisteme gönüllü olarak teslim etmesi, kendisinin de sadece beklenti kanalını yönetmesidir. Eğer beklenti kanalı iyi yönetilirse diğer iki kanal ülkenin lehine, kötü yönetilirse aleyhine çalışır. Buna dâhil olmayan iki ülke var: Kuzey Kore ile Küba. “Opsiyonunuz Kuzey Kore değilse mecburen sisteme dâhil olursunuz. En makro düzeyde elinizde bir tane araç var, o da beklenti kanalı. Ama amacınız birden fazla. Bu durumda çok ehil olmak zorundasınız. Siyasetçilerin bunun çok da farkında oldukları kanaatinde. Bunu böyle anladığınızda insan kaynağının önemini daha iyi idrak eder ve ehil insanları işe koşarsınız.” Yabancılar nezdinde Türkiye algısının Gezi Olaylarıyla birlikte çok bozulduğunu anlatan Akçay, 2008 yılında AK Parti’ye yönelik kapatma davasıyla kıyaslayarak bu davanın dışarıda Türkiye açısından Gezi Olayları kadar ters algılanmadığını söyledi. Akçay bunun nedenini “Kapatma davası, zaten anormal bir ülkede anormal bir şeydi; yani normaldi. Ama Gezi Olayları, artık normalleştiği sanılan bir ülkede yaşandığından çok anormal bir şey olarak görüldü.” sözleriyle açıkladı.

Akçay, Türkiye’nin 2008 yılından itibaren daha normal ve göstergeleri daha sağlam, ancak hâlâ kırılgan olduğunu, kırılganlığın esas sebebinin ise siyaseten hâlâ normalleşmemiş olmaktan kaynaklandığını söyledi. Siyaseten normalleşmiş bir yerde iktisadi şokların etkisinin daha az yaşanacağına dikkat çekerek, “Doğum sancısının zirve yaptığı zaman, doğumun tam öncesidir. Normal olmaya doğum diye bakarsak eğer, bugün sancının zirve yaptığı bir dönemdeyiz. Bu da geçtiğinde artık muhtemelen normalleşmiş olacağız. Çünkü siyaset ve devletin konumlanması o zaman normalleşmiş olacak. Bu, Türkiye gibi bir ülke için hiç de kolay bir şey değil. Müthiş bir altüst oluş, bir travma. Ama bu doğumdan bir ucube değil, güzel bir çocuk çıkacak” değerlendirmesinde bulundu. TCMB’nin faiz normalleşmesine yani Fed taperinge en hazır birkaç merkez bankasından biri olduğunu savunan Akçay, Merkez Bankası’nın piyasanın tersine gidip onun sevmediği işler yaparak Türkiye’de faiz oranını bir buçuk senede normalleştirdiğini ve krizi avantaja çevirdiğini ifade etti.

Akçay, Türkiye’nin, algısı çok çabuk bozulan ve zor düzelen bir ülke olduğunu dile getirerek, “Türkiye 1-0 mağlup başlar. Önce beraberlik, sonra galibiyet gelir. Bu da çok zor bir iş. 17 Mayıs’tan önce herkes ‘En iyi yükselen piyasa Türkiye’ derken, Gezi sonrası ‘En kötü yükselen piyasa Türkiye’ oldu. Türkiye cazip bir ülke ama gidilecek tek ülke değil. Dolayısıyla yabancıları etkilemek zorundayız. Bunu da sıradan insanlarla yapamayız, biraz daha kalburüstü insanlar bulmalıyız ve aslında böyle insanlarımız mevcut. Aksi takdirde Türkiye’nin fazla yol kat etmesi mümkün değil” yorumunu yaptı.

“TCMB’nin para politikası çerçevesi, dünyada başarılmamış bir çerçeve”

Serkan Özcanise Türkiye’nin son on yılda göreceli olarak kazandığı ve sürekli yükselen istikrar trendinin bugün aşağı doğru döndüğünü söyledi. Kazanılmış istikrarın getirdiği manevra alanının ortadan kalkıyor olmasını son derece olumsuz addeden Özcan, bu nok tada toparlanmanın 1,5 sene süreceği öngörüsünde bulundu. Bu toparlanmanın ardından 5 senelik vadede Türkiye lehine gelişmelerin görüleceği uluslararası konjonktürde istikrarın yeniden çok gerekli olduğunun altını çizdi. TCMB’nin para politikası çerçevesinin dünyada başarılmamış bir çerçeve olduğunu düşünen Özcan, şöyle bir değerlendirmede bulundu: “Bunun örneği yok. Sağladığı avantajlar bakımından da gerçekten değeri ölçülemez bir para politikası çerçevesi.

Dünyanın durumu Lehman sonrası durum olduğu sürece bu politika iyidir’ fikrine katılmıyorum. Bence sürekli olarak kullanılabilecek kadar da güçlü bir çerçeve. Bu çerçevenin bundan bir sene önce uluslararasıkonferanslarda Nobel’e aday bir çerçeve olarak anlatıldığını da duyduk. Son dönemde bütün olan bitene rağmen Türkiye’nin bir kredibilite meselesi oluşmadı. Bunun ana sebebi bu politikaların bizi getirdiği noktadır. Bankacılık sisteminin sıhhati ve mali politikalar elbette önemli unsurlar; ama reyting kuruluşlarını ikna eden şeyin bizim bu yeni para politikası çerçevesinin çerisine finansal istikrar meselesini koymamız olduğunu düşünüyorum.”

Özcan, Türkiye’deki finansal varlıkların marjinal fiyat koyucusunun uluslararası piyasalar olduğunu belirterek, bu böyle olduğu sürece Türkiye’nin uluslararası tarafta değişen resmi ile sürdürülebilir bir olumluluk beklememek gerektiğini de sözlerine ekledi.

“Türkiye’nin yeni bir hikâyeye ihtiyacı var”

Murat Yülek,Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu testten şu ana kadar başarılı bir şekilde geçtiğini ve bunun da sistemin oturduğuna işaret ettiğini belirterek, Türkiye ekonomisinin durumunun o kadar da kötü olmayıp gelinen noktanın sadece düşük kırılganlığın bir göstergesi olduğunu söyledi. Uluslararası ekonomik konjonktürün Türkiye’ye etkisine değinen Yülek, kısa vadede Türkiye’nin 2014 yılı büyümesiyle ilgili iyimser olduğunu belirtti. Geçen on senede Türkiye’deki ekonomik kalkınmanın ülkeyi bir üst lige çıkaracak güçlü bir altyapı sağladığını, gelecek yirmi-otuz yıl boyunca doğru insanlarla doğru politikalar uygulandığı takdirde Türkiye’nin iktisaden olması gereken yere ulaşabileceğini ifade etti. Dünyada bir siyasi güç olabilmenin “yeterli değil ama gerekli” şartının iktisadi güç olduğunu da vurguladı.

Türkiye’nin yeni bir hikâyeye ihtiyaç duyduğuna işaret eden Yülek’e göre, AK Parti’nin ilk döneminde hikâye Avrupa Birliği idi; sonra demokratikleşme öne çıktı; fakat son yıllarda bir hikâye yorgunluğu söz konusu. Oluşturulacak yeni hikâyenin teknoloji, katma değer, markalaşma, üretim, know-how gibi kavramlar üzerinden ekonomik bir dönüşüme dayanarak kurgulanması gerektiğini belirten Yülek, bu hikâyenin altını dolduran, yirmi-otuz sene ileriye bakan hedeflerle ve bu hedeflerin alt politikalarıyla Türkiye’nin hem kendini yurtdışında daha iyi anlatacağını hem de bir dönüşüme imkân sağlayacağını öngörüyor.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir