Tasavvufi Geleneğin Osmanlı Siyasi Düşüncesinde Tezahürü

Paylaş:

Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Tezgâhtakiler programının Nisan ayı konuğu, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü’nde hazırladığı “Tasavvuf Geleneğinin Osmanlı Siyasi Düşüncesinde Tezahürü” başlıklı tezle doktorasını tamamlayan Özkan Öztürk idi. Sunumuna Osmanlı öncesi sûfî siyaset geleneğine dair bir literatür değerlendirmesiyle başlayan Öztürk, kökenini İbnü’l-Arabî’den alan, Konevî’yle kökleşen, Davûd-ı Kayserî’yle gelişen ve İsmail Hakkı Bursevî’de sistemleşen ilm-i ilâhî algısına ve bunun siyaset ilmiyle irtibatlarına değindi. Öte yandan bir ilimden söz etmenin, o ilim alanındaki varlık türünden bahsetmek olduğu fikrinden hareketle siyaset ilminin hangi varlık türüne dair bir bilgi alanını oluşturduğuna, siyasetin nasıl bir varlık alanına tekabül ettiğine ve mutlak varlık ile irtibatına vurgu yaptı.

Sûfî siyaset düşüncesinin kaynaklarına, epistemolojik ve metafizik referanslarına dair genel bir bilgilendirmenin ardından Öztürk, sûfi siyaset düşüncesine ait meselelerin Osmanlı siyaset düşüncesi içerisindeki tezahürlerine işaret etti. Öztürk’e göre bu siyaset anlayışında varlığın ilkeleri olan ilâhî isimler, siyasî varlık alanını da koşullayan temeller olarak belirlenmiştir. Öztürk, özellikle Bursevî’nin yaklaşımlarının siyasî alanın ilâhî isimlerin tecellileri üzerinden nasıl bir varlık tasavvuru geliştirdiğini belirtti. Ardından vahdet-i vücûd temelli bu anlayışa göre mevcûdlara dair icra edilen her ilmin en üst ve kuşatıcı ilkesinin ilâhî isimler olduğunu ifade etti. Dolayısıyla siyaseti ortaya çıkaran fiiller alanının ve bu alanın ilkelerinin sûfîlere göre ilâhî/fiilî isimlerin varlık ve zuhûrları olarak değerlendirildiğini söyledi. Bu yaklaşım anlaşılmadan sûfîlerin siyasete müteallik söz ve tasavvurlarının anlaşılamayacağı gibi, kahir ekseriyetini tasavvuf ve onun kurduğu algı dünyasına intisaplı yöneticilerin idare ettiği Osmanlı devlet form ve siyasetinin de olguların örtüsü altında kalmaya mahkum bırakılmış olacağını vurguladı.

Siyaset yorumunun Osmanlı siyaset düşüncesi için yeni bir anlama çizgisi olduğunu ifade eden Öztürk bu çizginin, ilâhî isimlerin kendi arasındaki ilişkileriyle devletteki siyasî ilişkileri eş ve paralel değerlendirdiğine ışık tuttu. İlâhî isimlerin devletlerinden, bu isimlerin saltanatlarının müddetinden ve siyasî varlık alanına taalluk eden ilâhî isimlerden bahsetti. Öztürk, sûfî siyaset düşüncesinin temellendirilmesi ve bir ilim olarak kurulmasıyla ilgili temel ilkelerden bahsettikten sonra bu siyaset algısının özelde dört varlık mertebesi için geçerli olduğuna dikkat çekti ve bunları sıraladı. Bu mertebelerin en üstü diğer mertebeler içinde belirleyici olan “ilâhî isimler mertebesi”dir. Diğer mertebeler sırasıyla “misâl”, “mülk” ve “insân” âlemleridir. Öztürk, bütün âlemlerin yöneticisinin “kutub”, mülk âleminin yöneticisinin “sultan” ve insanî âlemin yöneticisinin ise “insanî rûh” olduğunu vurguladı. Âlemin kuşatıcı siyaseti olarak kutbun siyasetine, imâmeyn, evtâd ve abdâl gibi kutbun devlet ricalinden olan mertebelerin görev ve hiyerarşisine değindi. Bu mertebelerin ve arasındaki ilişkileri belirleyen hükümlerin kaynaklarını ilâhî isimlerden aldığını ve kutbun devlet sisteminin de aynı kıvamı âlem-i mülkteki devlete verdiğini söyledi.

Osmanlı sûfîlerinden özellikle Bursevî’nin padişahı birçok ilâhî hüküm ve hakikatlerin taşıyıcısı konumunda gördüğüne işaret eden Öztürk, başta vezîr, şeyhülislâm, Anadolu ve Rumeli beylerbeyleri, yeniçeri ve dârussaâde ağası, enderûn ağaları ve nakîbuleşraf gibi devlet ricâlinin ilâhî isimler ve kutbiyyet mertebeleriyle olan ilişkilerine vurgu yaptı. Osmanlı Devleti’nin de ilâhî isimlerin yeryüzündeki bir görünümü olduğunu ve bu yaklaşımın cülûs merasiminden saray mimarisine, teşrifat kaidelerinden devlet görevlilerinin sayılarına kadar nasıl etki ettiğine dair bir çok örnekler verdi. Buna ek olarak sûfîlere göre benzer hükümleri âlem-i insanda rûh, akıl, zâhir ve bâtın kuvvetlerin taşıdığına işaret ederek insanda sultan, vezir, kadı, kâtip, hazine, vergi, elçi, savaş ve hakimiyet gibi unsurların nasıl tecelli ettiğini açıkladı.

Öztürk, son olarak Osmanlı Devleti’nin menşei ve bekasına dair sûfîlerin değerlendirmelerine değindi. Sûfîlerin siyâset ve devlet mertebelerinde tezahür eden lafzî ve sayısal nisbetlere ve bu mertebelerde ilâhî isimlerin sayısal ve zamansal tezahürlerine dikkat çektiğine vurgu yapan Öztürk, mekânın siyasallığı başlığında Osmanlı şehirlerinde tecelli eden ilâhî isimler hakkında İsmail Hakkı Bursevî’nin yorumlarına temas ederek sunumunu nihayete erdirdi.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir