Çin’in Azınlık Politikaları: Tibet ve Uygur Bölgelerine Karşılaştırmalı Bir Bakış

Paylaş:

Küresel Araştırmalar Merkezi, TEZAT konuşma serisinin Ekim ayındaki toplantısında Amine Tuna Ertürk’ü konuk etti. 2010 yılında İHH’nın “Hür Doğu Türkistan Sempozyumu”nu hazırlayan ekibin arasında yer alan Ertürk, sonrasında gerek yurtiçinde gerekse yurtdışındaki Uygur Dernekleri’yle yaptığı görüşmeler ile konu üzerinde çalışmaya başladığını ifade etti.

Ertürk ilk olarak Tibet ve Uygur bölgesinde yapılan hak ihlâlleri, bu konudaki gösteriler ve sonuçları hakkında bilgi verdi. Örneğin, Şubat 2009’dan günümüze 26’sı kadın, toplamda 143 Tibetli kendini yaktı, birçoğu öldü, yaralı kurtulanlarsa hapsedildi. Bir diğer örnekse 2009 Urumçi Olayları; Uygurlularla Han Çinlileri arasında çıkan kavgada iki Uygurlu’nun ölmesi nedeniyle yapılan protesto gösterileri geniş bir bölgeye yayıldı ve sonucunda 200 kişi öldü. Uygurlularla ilişkilendirilen şiddet olaylarında da artış görülmektedir. Ayrıca bir yandan giyim (ay yıldızlı kıyafet, peçe, pardösü gibi) ve ibadetlere dair (oruç vb.) yasaklar uzun süredir devam ederken bu yasakların uygulanması zamana, bölgeye ve yerel yönetime göre değişiklik arzediyor; yerine göre ya gevşiyor ya da daha sıkı hâle getiriliyor.

Sunumun devamında Ertürk, Çin’in azınlık politikasına değindi. Çin’de 56 etnik grup vardır. Han Çinlileri ana omurgayı oluştururken diğerleri azınlık olarak tanımlanır. Devlet, içinde Tibet ve Uygur’un da bulunduğu beş otonom bölgeyle yönetiliyor. Azınlık nüfusu 2013’teki sayıma göre 113 milyondur ve yoğun olarak ülkenin kuzey, güney ve batı sınırlarında yaşar. Ülkenin yeraltı zenginliklerin %85 i de bu topraklardadır. 1984 Otonom Yasası yürürlüktedir. Azınlıklar hukuk karşısında eşit olup aynı yükümlülük ve haklara sahiptirler. Nüfusları oranınca temsil ve ekonomik özerklik tanınmaktadır. Merkezi hükümetten gelen emirler bölgelerde uygulanırken memuriyet vb. alanlarda azınlıklara ayrımcılık yapılmaktadır. Ancak Çin’in realiteleri bunu uygulamaya müsait değil. Öncelikle Komünist Parti tek karar vericidir. Sözgelimi yerel yönetimin aldığı kararlar 60 gün içinde onaylanmalıdır ama parti buna uymamaktadır. Sonuçta bu hak geçersiz kılınmaktadır; yani pratikte bölgesel otonomi hiç uygulanmamıştır.

Peki, son 30 yılda ne değişti? 80’lerin ikinci yarısından itibaren liberaller otonom sistemin uygulanması için çalışmaya başladılar, vergiler azaltıldı, azınlıklar tek çocuk politikasından muaf tutuldular; camilerin, manastırların vb. tekrar inşası için para ayrıldı, hac ibadeti serbest bırakıldı. Ayrıca partide ve yerel yönetimde azınlık temsilcilerinin sayısı artırıldı.

Ancak 90’larda yaşanan gelişmeler bu çalışmaları durdurdu. Sebebiyse Çin yönetiminin, SSCB’nin yıkılmasının kendi azınlıkları tarafından ilham verici olarak görüleceği endişesiydi. Bu yıllarda sosyolojik ve ekonomik problemler daha görünür hâle gelirken diasporaların sesi duyulmaya başlandı. Han Çinlileriyle ve diğer azınlıklar arasında ekonomik fark arttı. Kente göç hızlanırken azınlıklar kendi bölgelerinin refahından faydalanamadılar.

Ertürk, oturumun son kısmında Tibet’in ve Uygur’un nüfusunu ve siyasi yapısını ve bu durumu Çin’in nasıl gördüğünü ele aldı. Buna göre Çin, 2001’e kadar Dalai Lama’yı Tibet’in siyasi lideri olarak tanıyordu. Fakat kendisi diasporadakilerin daha demokratik yapıya dönüşmesi için görevinden çekildi; şimdi Hindistan’da yaşıyor. Göçebe ve yerli toplamda 2 milyon Tibetli kentsel dönüşüm politikasıyla şehirleştiriliyor. Uygur Özerk bölgesinde uygulanan nüfus politikası nedeniyle Han Çinlilerinin toplam nüfusa oranı %40’a ulaştı. Toplam nüfus bugün 23 milyondur. Bölge yeraltı kaynakları açısından çok zengindir. Uygur bölgesindeki hak ihlâlleri daha vahimdir; bunun gerekçesi olarak da  Işid ve El Kaide ile bağlantısı gösterilmektedir. Tibet, Budizm’e ilgi duyan Batılıların bağımsızlık için desteğini almaktadır. Dalai Lama etkili bir lider; ancak Uygurluların onun gibi etkin bir liderinin bulunmaması da ayrı bir handikaptır.

Çinliler için ülkenin toprak bütünlüğü önemlidir. Afyon savaşları ve Avrupa’ya verdikleri toprak tavizleri hâlâ hafızalarda canlılığını korumaktadır. Dalai Lama ve Rabia Kadir gibi kendi toplumlarında saygın figürler  devlet tarafından ayrılıkçı olarak görülürken Hindistan’ın ve ABD’nin de siyasi sebeplerle onları desteklediğini düşünülüyor. Doğal kaynaklar ve stratejik açıdan önemli bölgelere diğer ülkelerin verdiği destekse toprak bütünlüğüne karşı bir tehdit olarak algılanıyor.

Pekin hükümeti, azınlık sorununa ekonomik açıdan bakıyor. Buna göre refah artarsa sorunlar çözülür, toplumsal huzur sağlanır. Pekin’in sorunlar karşısındaki güvenlik merkezli tavrı, kültürel hayatı önemsizleştiriyor. 11 Eylül sonrası global ölçekte değişen bakış açısı, tartışmalı azınlık politikalarını meşrulaştırırken bir yandan da gözaltı, tutuklama ve ölüm cezası şeklindeki hak ihlâllerini sıradanlaştırıyor. 2004 yılında gözaltına alınıp iki gün süren duruşma sonrasında ömür boyu hapse mahkûm edilen Uygur entelektüel İlham Tohti örneğini veren Ertürk, Tohti’nin Han Çinlileri ile Uygurların ilişkilerini düzeltmek ve sorunların Han Çinlileri nezdinde anlaşılması için uğraştığını söyledi. Son olarak çözümün otonomi sisteminin hakkıyla yerine getirilmesine bağlı olduğunu ifade ederek sözlerini bitirdi.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir