Çatışma Çözümü Perspektifinden Oslo Barış Süreci

Paylaş:

Euronews kanalı İstanbul Temsilcisi Dr. Bora Bayraktar, Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü’nde tamamladığı doktora tezini bizimle paylaştı. Dış haberler muhabiri olarak medyada uzun yıllardır çalışan ve Ortadoğu’dan birçok liderle mülakatlar gerçekleştiren Bayraktar, gazetecilik mesleğinden edindiği birikimleri bir doktora çalışmasıyla akademik alanda kalıcı kılmak istemiş.

Barışa çok yaklaşıldığı söylenen 2000 yılındaki Camp David Görüşmeleri sonrasında İsrail ve ABD tarafından Filistin lideri Yaser Arafat’a tam ve bağımsız bir devlet teklif edildiği, ama onun tüm teklifleri geri çevirdiği iddiası üzerine bu konuya yoğunlaşan Bayraktar, önce Şubat 2001’de bölgeye giderek taraflarla görüşmüş, ardından Aralık 2001’de kuşatma altındaki karargahında Arafat’la bir mülakat gerçekleştirmiş. Bayraktar, mülakatlarında ilk elden edindiği bilgileri konuşmasının başında bizimle paylaştı.

“Barış süreci yerini niye şiddete bıraktı?” sorusuna odaklanan Bayraktar, barış çalışmaları alanına yönelmiş. Barış sürecini “topyekûn bir siyasi dönüşüm projesi” olarak nitelendiren Bayraktar, çeşitli safhaları olan bu sürecin teorik çerçevesini özetledi. Buna göre, sorunların tespit edildiği, çözüm formüllerinin ortaya konduğu ve tarafların belirlendiği “ön müzakere safhası” sürecin en önemli aşamasıdır. Zira ön müzakerelerde sorunların ve çözüm formüllerinin net bir şekilde ortaya konmaması halinde sonraki safhaların başarısız olması kuvvetle muhtemeldir. Madrid ve Oslo görüşmelerinin yapıldığı 1991-1993 süreci bu safhaya tekabül eder. Ön müzakere safhasının ardından “müzakere süreci”, karşılıklı tavizlerin verildiği ve çözüm formüllerine binaen anlaşmaların şekillendiği safhadır. “Anlaşmaların imzalanması süreci”ni “barış inşası süreci” takip eder. Barış süreçleri doğrusal değildir, sürekli değişen ve işleyen bir sistemdir; süreci baltalamak isteyenlerin kışkırttığı şiddet döngüsü ile birarada yürür.

1991 Kasım’ında tarafların barış için masaya oturmalarının arkaplanındaki sebepleri sıralayan Bayraktar, ardından başarısızlıkla sonuçlanan Oslo Barış Süreci’ni olumsuz etkileyen faktörleri ayrıntılı bir şekilde değerlendirdi. Buna göre: (i) Anlaşmazlığın ardındaki dört temel mesele –Kudüs’ün statüsü, nihai sınırlar, Yahudi yerleşimcilerin ve Filistinli mültecilerin akıbeti– müzakerelerde ele alınmayıp 2000 yılındaki Camp David Görüşmelerine kadar ötelendi. (ii) 1948 Nakbası gibi tarihî gerçekler dışlandı. (iii) Kimlik meselesi bir kenara itildi ve kimlik dönüşümü ihtiyacı fark edilmedi. Halbuki her iki halkın da kendi ulusal kimliğini aynı topraklar üzerinden tanımladığı, işin içine dinî boyutun da eklendiği bu meselede “barış için toprak” ilkesi çerçevesinde toprakları bölüşerek çözüme ulaşmak imkânsızdır. (iv) Güç asimetrisi göz ardı edilerek iki taraf sanki eşitmiş gibi masaya oturuldu. Filistinliler zayıflıklarının farkına varmayıp realpolitikten uzak bir şekilde elde edemeyecekleri kadar fazla taleplerde bulunurken, İsrail tarafı çözüme ilişkin net bir tavır ortaya koymadığı gibi süreç içinde sürekli pozisyon değiştirdi. (v) Baş arabulucu rolündeki ABD dengeleyici bir yaklaşım sergilemedi. Zayıf tarafa (Filistin) destek çıkarak güç asimetrisini dengelemek yerine, meseleyi İsrail ile Araplar arasında bir mesele olarak görerek İsrail’e arka çıktı. (vi) Sadece iki halk arasında değil, bölgesel ve uluslararası güçlerin de çıkarları doğrultusunda dâhil olduğu bir mesele olması bakımdan çözümü daha da girift bir hal aldı. (vii) Barış çabalarını sabote etmek isteyen karşıt gruplar da sürecin akamete uğramasında etkili oldu. (viii) Karşılıklı aşırı bir güvensizlik sözkonusuydu. Filistinliler taleplerini net bir şekilde ortaya koysa da İsrailliler nezdinde bunlar karşılık bulmadı; dolayısıyla “İsrail tarafı verdiği sözleri tutmuyor, bizi oyalıyor” düşüncesi Filistinliler arasında yaygınlaşırken, İsrail tarafında da “Ne taviz verirsek verelim Arafat kabul etmeyecek; Arafat bir yalancı ve terörist, Filistinlilerle barış olmaz” düşüncesi hâkim oldu.

Sonuçta tıkanan görüşmeler, Ariel Şaron’un Mescid-i Aksa ziyareti üzerine patlak veren İkinci İntifada ile birlikte yerini tırmanan şiddete bıraktı. Bayraktar’ın bu noktada yaptığı şu tespit önemliydi: “Barış sürecini bitiren, Ariel Şaron değil, Filistinliler aleyhindeki sözleriyle dönemin başbakanı İşçi Partisi lideri Ehud Barak oldu ve  sonra da iş şiddete dönüştü. Barak, İsrail solunu, her iki taraftaki barış yanlılarını ve Arafat’ı bitirdi.” Bayraktar’a göre mevcut İsrail siyaseti 2000’lerin başında oluşan yapının, yani Şaron’un çizgisinin bir devamı mahiyetinde. Şaron, Filistin topraklarını yeniden işgal etmiş ve ülkesini iyice sağa çekmişti. Dahası Camp David sonrası alınan stratejik bir kararla tercihini müzakereler yerine tek-taraflı adımlardan ve düşük-yoğunluklu çatışmadan yana koydu. Filistin siyasetindeki bölünmüşlüğü körükledi. Bu şekilde İsrail, Bayraktar’a göre, gelecekte yaşayabilir bir Filistin devletinin kurulmasını engellemek için sahada yeni bir gerçeklik oluşturdu.

Bayraktar, İsrail yönetiminin şu anda müzakere gibi bir kaygısı olmadığını, tamamen Filistinlileri dışlayarak kendi çözümünü dayattığını ve düşük-yoğunluklu çatışma ile sürecin ilerlemesini tercih ettiğini belirterek ekledi: “Bu duruma meydan okuyan herhangi bir Arap gücü bulunmadığı gibi ABD’den de tam destek alıyorlar. İsrail kamuoyunda da buna itiraz eden sesler taban bulmuyor. Çok fazla anlaşmazlık meselesi var ve bunlar mevcut ulus-devlet sisteminde konuşulup da çözülecek şeyler değil.” Dolayısıyla Bayraktar’a göre, güç dengesizliği değişmediği, yani ABD İsrail’e tam destek verdiği ve Filistin zayıf ve yalnız kaldığı sürece gücü olan kuralını koymayı sürdürecek. Ancak eğer “Arap Baharı” denklemi değiştirirse, mesela Mısır barış kampından çıkarsa, ancak o zaman İsrail mevcut politikalarını gözden geçirmek zorunda kalabilir.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir