İslâmî İlimler-4: Atomcu Evren Anlayışının İslâm Hukukuna Etkisi: Kelam-Fıkıh İlişkisine Dair Bir Analiz

Paylaş:

Hasan Hacak’ın Atomcu Evren Anlayışının İslâm Hukukuna Etkisi: Kelam-Fıkıh İlişkisine Dair Bir Analiz adlı çalışmasını (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2007) tanıttığı ve tezinde dayandığı argümanlar ekseninde yaptığı konuşması, gerek fıkıh mirasını -Hanefî mezhebi özelinde de olsa- algılama alternatiflerimizi zenginleştiren içeriğiyle; gerekse kelâm-fıkıh ilişkisi bağlamında ortaya konan teorilere sıra dışı bir katkı olması açısından oldukça verimliydi. Çalışmasında V. asır Hanefî furû‘ kaynaklarına dayandığını ifade eden Hacak’ın temel tezi, kelâmda etkisi yaygın olarak kabul edilen atomculuğun fıkıh üzerinde de etkili olduğu, bunun da ötesinde muamelat kısmının borçlar hukuku, eşya hukuku ve aile hukuku bölümlerinin atomcu evren anlayışı temelinde sistemleştirildiğiydi.Hacak’a göre, İslâm âlimleri kadim Yunan eserlerinin tercümesiyle karşılarında iki tip varlık anlayışı buldular: Meşşâî filozoflar Aristocu varlık anlayışını benimserken, kelâmcılar bu anlayışı, âlemin ezeliliğine götürücü olduğu gerekçesiyle reddederek atomcu varlık anlayışına yöneldi (Hacak, çalışmasında ‘atomculuğun’ mahiyeti noktasında eksiklikler olduğunu ifade etmektedir. Eğer kelâmdaki atomcu anlayışın doğrudan fıkha etki ettiği kabul edilecekse, kanaatimizce evvela kelâmda bahsi geçen atomculuğun mahiyeti, Eski Yunan’daki kökleri de araştırmada analiz edilmelidir. Kelâm atomculuğunun Demokritos ve Epikür’ün geliştirdiği maddenin sonsuza dek bölünememesinin “maddenin ezelîliği” anlamına geldiğini iddia eden maddî atomculukla alakasını kurmak güçtür. Pisagor ve Platon’a nispet edilen geometrik atomculukla ilişkisi de incelenmeye muhtaçtır). Fakihlerin kelâmla sıkı bir ilişki içerisinde olmaları ve tutarlılığa verdikleri önem göz önünde bulundurulunca, kelâmda bariz biçimde görünen bu etkinin fıkha da yansıması gerekirdi. Hacak, bu temel düşünceden yola çıkarak atomcu evren anlayışı ile fıkhın varlık kategorileri arasında paralellikler kurar. Buna göre, atomcu evren modelinde varlık cevher ve arazdan ibaret kabul edilir. Fıkıhta da örneğin cevherin ayn‘a; arazın da menfaate karşılık geldiğini görürüz. Somut nesneler ayn‘  ile ifade edilirken, sıfat, fiil gibi a‘râz ise menfaat olarak ifade edilir. Hanefî fıkhında konusu menfaat olan akitlere, kıyasen değil istihsânen cevaz verilmesini de menfaatin ardışık iki anda varolmayan bir araz olmasına, bunun da atomcu evren anlayışında ma‘dûm olarak telakki edilmesine bağlar. Buna kira akdini ve bu akit etrafında sıkça dillendirilen “ma‘dûmun satışı caiz değildir” ilkesini örnek getiren Hacak, fıkıhta bir menfaat akdi olarak kabul edilen nikâh akdinin de atomcu terimlerle ele alındığını öne sürer. Ayn‘-menfaat ayrımının tüm hukukî işlemleri ifade edemediği gerekçesiyle fıkıh literatüründe ortaya çıkan ayndeyn ayrımının da atomcu evren anlayışındaki cevher-araz ayrımının zatsıfat şeklindeki tezahürü olduğunu kabul eder. Her ne kadar Hanefî kaynaklarını esas almış olsa da Hacak, fıkhın muamelat alanında kelâm atomculuğunun bariz bir etkisi olduğunu, bu etkinin geriye dönük (hicrî V. asır öncesi) incelenmesi gerektiğini ifade ederek sözlerine son verdi.Hacak’ın, bildiğimiz kadarıyla daha önce bir başka araştırmacı tarafından ele alınmamış bu orijinal teorisi, kanaatimizce birkaç açıdan eleştiri ve tartışmaya açıktır. Öncelikle ifade edilmeli ki genelde İslâmî ilimleri, özelde fıkıh ilmini, “yabancı kültürlerin etkileri” çerçevesinde izah eden teorilerin sıklıkla düştüğü iki temel hata vardır: İndirgemecilik ve genellemecilik. Hacak’ın teorisinde de fıkıh ilminin sahip olduğu tutarlı bütünlük, sahabe döneminden itibaren başlayan kompleks gelişim süreci göz ardı edilerek bazı fıkıh terimleri ile atomcu terimler arasında benzerlikler kurulmuştur. Esasında teorinin büyük oranda dayandığı terimlerin salt atomcu terimler olduğunu iddia etmek de güçtür. Zira Hacak vurgusunu cevheraraz ayırımına yapmışsa da bazı katılımcıların da ifade ettiği gibi bu terimler atomculuğa münhasır değildir. Hacak, başlangıçta genellemeden kaçınarak atomculuğun etkisini fıkhın muamelat alanında borçlar hukuku, eşya hukuku ve aile hukukuyla sınırlandırma yoluna gitmiştir. Ancak daha sonra ibâdât alanında da bu etkinin görüldüğünü; bundan öte fıkıh usulü terimlerinden kıyası “atomcu varlık anlayışının dayattığı hukukî sistemin kendiliğinden doğan veriler”; istihsânı da “bu verilere uygun olmayan nas, örf olması durumunda başvurulan istisnalar” olarak tanımlamıştır. Bu tanımlamalar fıkıh literatürüne aykırı olsa da bu teori içerisinde gayet doğal bir sonuçtur. Zira fıkıh ilmi, atomcu varlık anlayışına indirgenerek anlaşılırsa, bu ilim içerisinde oluşan bütün terimlerin de tekrar buna uygun olarak tanımlanması icap eder. Bu nedenle eğer gerçekten böyle bir etkiden söz edilebilirse, evvela bu etkinin sınırlarının çok sayıda örnekle de desteklenerek net bir biçimde çizilmesi icap eder.Hacak’ın teorisinde bir postula olarak kabul ettiği bir başka tartışmaya açık nokta da kelâm-fıkıh ilişkisinin kelâmın fıkhı belirleyiciliği yönünde gerçekleştiği yargısıdır. Nispeten geç dönemde (örneğin Hanefî geleneği dikkate alınırsa VI. asırda Alaeddin es-Semerkandî, Lâmişî’yle birlikte) dillendirilmeye başlanan bu iddianın daha erken dönemler için, özellikle fıkıh ilminin teşekkül ettiği hicrî II. asır için, vakıayı yansıttığını söylemek bir hayli güçtür. Zira kelâm, mezkûr dönemde, bu iddianın dayandığı temel düşüncenin aksine salt teolojiden ibaret de değildir. Bilakis çoğunlukla siyasî, ideolojik telakkilerin kelâm hareketlerini yönlendirdiği söylenebilir. Nitekim Hanefî mezhebi için VI. asra kadar hâkim kelâm anlayışı Mutezilî-Mürciî bir karakter taşısa da bundan sonra Mâturidî ekolün benimsenmesi fıkıh birikiminde önemli bir değişiklik meydana getirmemiştir. Yine Şâfiî, Mâlikî âlimlerinin çoğunluğunun, Hanbelî, Hanefî âlimlerinin de bir kısmının ta‘lîli kabul etmeyen Eş‘arîliği benimsemeleri kıyas, makâsıd ve maslahat nazariyelerini terk etmelerini gerektirmemiştir. Bilakis bu alanlarda, Hanefî mezhebine nispetle, bu mezheplerin literatürünün daha geniş olduğu görülür. Öte yandan Hacak’ın teorisinde ispat olarak kullandığı örnekler dikkate alınırsa, genellikle Hanefîliğin “atomcu varlık anlayışına uygun” bir sistem geliştirdiğini; diğer mezheplerin ise buna uymadığını kabul etmemiz gerekir (Menfaatin mal olup-olmadığı meselesi gibi). Bu, hem teorinin Hanefîlikle sınırlı olduğu izlenimine sebebiyet vermekte, hem de atomculukla anılan bir diğer kelâm mezhebi olan Eşarîliği çoğunlukla benimsemiş diğer mezheplerin neden buna uygun bir sistem geliştirmediği sorusunu ortaya çıkarmaktadır.Sonuç olarak Hasan Hacak’ın gayet akıcı ve anlaşılır bir dille sunumunu yaptığı teorisi, fıkhın sistemli bir bütün haline gelmesi ve kelâm-fıkıh ilişkisini anlama gayretleri açısından ufuk açıcı bir alternatiftir. Bununla birlikte bu teori, bir kısmını zikrettiğimiz nedenlerden ötürü genelde “eski Yunan kültürünün”; özelde bu kültürden devşirilen atomculuğun kelâm ve fıkıh üzerindeki etkisinin mahiyeti ve sınırları noktasında ilave çalışmalara muhtaçtır.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir