Kuala Lumpur Notları

Paylaş:

Bir haf­ta­lık res­mî bir top­lan­tı için git­ti­ğim Ma­lez­ya’da, ül­ke­yi gün­ler­ce bir uç­tan bir uca kat ede­cek, şe­hir­den şeh­re ge­ze­cek; so­kak­la­rı, çar­şı­la­rı do­la­şa­cak ka­dar vak­tim ol­ma­dı. Do­la­yı­sıy­la uzun uza­dı­ya an­la­tı­la­cak çok de­ği­şik yer­ler gö­re­me­dim. Hız­lı bir şe­kil­de ger­çek­leş­ti­ril­miş, bü­rok­ra­si yük­lü bir yol­cu­lu­ğun olay­la­rı­nı ka­le­me al­mak, ül­ke­yi an­lat­mak çok ko­lay ol­ma­sa da ki­şi­sel tec­rü­be­le­ri­mi; be­ni et­ki­le­yen, not et­ti­ğim göz­lem­le­ri­mi böy­le bir de­ğer­len­dir­me ya­zı­sıy­la pay­laş­mak is­te­dim. Sa­nı­rım ön­ce­lik­le Ma­lez­ya’ya ni­çin git­ti­ği­me kı­sa­ca de­ğin­mem ge­re­ki­yor. D-8 Eko­no­mik İş­bir­li­ği Ör­gü­tü’nün İs­tan­bul’da­ki dai­mi Sek­re­ter­ya’sın­da bir yı­lı aş­kın sü­re­dir staj yap­mak­tay­dım. D-8 dı­şiş­le­ri ba­kan­la­rı­nın yıl­lık ola­ğan top­lan­tı­sı dö­nem baş­ka­nı Ma­lez­ya’nın ev sa­hip­li­ğin­de 28 Ekim-2 Ka­sım ta­rih­le­rin­de ya­pı­la­cak­tı. Top­lan­tı­ya ka­tı­la­cak Sek­re­ter­ya eki­bi­ne ben de dâ­hil edil­dim. 6 gün­lük prog­ra­mı­mız­da ilk gün top­lan­tı­la­ra ha­zır­lık, ikin­ci ve üçün­cü gün­ler­de müs­te­şar­lar dü­ze­yin­de­ki bü­rok­rat­lar­dan olu­şan D-8’in ic­ra or­ga­nı Ko­mis­yon top­lan­tı­sı, be­şin­ci gün­de ise dı­şiş­le­ri ba­kan­la­rın­dan olu­şan Kon­sey top­lan­tı­sı ya­pı­la­cak­tı.

Pe­ki, he­ye­can­lı mıy­dım? Ekip ar­ka­daş­la­rım­dan En­do­nez­ya­lı Zul­hen­dri’nin de sor­du­ğu bu so­ru­ya ilk yurt dı­şı de­ne­yi­mi­mi ya­şa­ya­cak ol­ma­ma rağ­men ce­va­bım ke­sin­lik­le ha­yır­dı. Ne­de­ni­ni açık­la­ya­ma­dı­ğım bir sa­kin­lik var­dı üze­rim­de. Bel­ki de öy­le his­set­mek is­te­di­ğim için… Bu prog­ram şüp­he­siz ilk kez fark­lı bir coğ­raf­ya ve kül­tür gör­me­nin ya­nın­da, ulus­la­ra­ra­sı üst dü­zey top­lan­tı­la­rın her aşa­ma­sı­na ka­tı­la­rak, dip­lo­ma­si­yi, dev­let­le­ra­ra­sı iliş­ki­yi ye­rin­de gör­me tec­rü­be­si de ka­ta­cak­tı. Ger­çi sta­jım bo­yun­ca bir­çok top­lan­tı­nın ha­zır­lık aşa­ma­la­rın­da bu­lun­muş, Sek­re­ter­ya’nın üst dü­zey bü­rok­ra­tik kad­ro­sun­dan de­ne­yim ka­zan­mış­tım. Şim­di bun­la­ra bir de D-8 İc­ra Di­rek­tö­rü İran­lı dip­lo­mat Ki­a Ta­ba­ta­bae­e ile ay­nı uçak­ta se­ya­hat et­me şan­sı ek­len­miş­ti. Sa­yın Ta­ba­ta­bae­e So­ğuk Sa­vaş dö­ne­min­de Mos­ko­va Bü­yü­kel­çi­li­ği dâ­hil ol­mak üze­re İran Dı­şiş­le­rin­de bir­çok önem­li gö­rev­de bu­lun­muş, çok tec­rü­be­li bir dip­lo­mat. Uçak ha­va­lan­dık­tan son­ra Sa­yın Ta­ba­ta­bae­e ile soh­be­ti­miz de baş­la­dı. Yol­cu­luk ve yol ar­ka­daş­lı­ğı ger­çek­ten çok baş­ka olu­yor. Zi­ra ofis or­ta­mı­nın res­mî ha­va­sın­da so­ra­ma­dı­ğım bir­çok so­ru­yu hem sor­ma fır­sa­tı bul­dum hem de ha­tı­ra­la­rı­nı an­lat­ma­sı­nı is­te­dim. So­ru­la­rı­mı sa­bır­la, tek tek ce­vap­la­yan Sa­yın Ta­ba­ta­bae­e ile yol­cu­luk bo­yun­ca ha­tı­ra­la­rı­nı, tec­rü­be­le­ri­ni an­lat­tı­ğı ko­yu bir soh­bet yap­tık. So­ğuk Sa­vaş dö­ne­mi­nin en önem­li yıl­la­rı­nı içi­ne alan 80’le­re ait Mos­ko­va, Ku­zey Ko­re ve Kü­ba ha­tı­ra­la­rı bun­lar ara­sın­da en il­ginç­le­riy­di.

Kua­la Lum­pur…

İs­tan­bul’dan Kua­la Lum­pur’a di­rekt uçuş ile 10 sa­at­te gi­di­yor­su­nuz. Oto­büs­le bi­zim Kon­ya ka­dar. Ni­ha­yet sa­ba­hın ilk ışık­la­rıy­la Kua­la Lum­pur’a ulaş­tık. Uça­ğın pen­ce­re­sin­den dı­şa­rı­ya ba­kı­yo­rum; yem­ye­şil or­man­lar, kıv­rım kıv­rım ne­hir­ler ve kü­çük kü­çük gö­let­ler. Uçak al­çal­dık­ça pal­mi­ye ağaç­la­rı dik­ka­ti­mi çe­ki­yor. Ye­şil­lik­ler için­de bir ha­va­ala­nı­na ini­yo­ruz. Kua­la Lum­pur Ulus­la­ra­ra­sı Ha­va­ala­nı’ndan bah­set­me­den ge­çe­me­ye­ce­ğim. Zi­ra 4 yıl­dız­lı pres­tij ha­va­ala­nı sta­tü­sü­ne sa­hip ol­du­ğu­nu öğ­ren­di­ğim KLI­A (Kua­la Lum­pur In­ter­na­tio­nal Air­port), muh­te­şem mi­ma­ri­si ve dü­ze­niy­le be­ni ger­çek­ten çok et­ki­le­di. 30 yıl­lık bü­rok­ra­si ha­ya­tı bo­yun­ca bir­çok ül­ke­ye gi­den Sa­yın Ta­ba­ta­bae­e de mi­ma­ri­si, ka­pa­si­te­si ve dü­ze­niy­le bir­çok ha­va­ala­nı­nın epey önün­de ol­du­ğu­nu söy­le­di.

Ha­va­ala­nın­da Ma­lez­ya Dı­şiş­le­rin­den üç gö­rev­li iç­ten bir ala­ka ve il­giy­le kar­şı­la­dı bi­zi. Kı­sa bir se­lam­laş­ma ve mu­hab­bet fas­lın­dan son­ra bi­zi dı­şa­rı­da bek­le­yen ara­ba­la­ra doğ­ru yön­len­dir­di­ler. Tra­fik bu­ra­da sol­dan ak­tı­ğı­nı öğ­ren­mem, kı­sa bir şok­tan son­ra ol­du. Zul­hen­dri ile ay­nı ara­ba­ya bin­dik o sağ ta­ra­fa ben sol ta­ra­fa otur­dum. O an­da gay­ri­ih­ti­ya­ri şöy­le de­dim: “Hen­dri! Ara­ba­nın di­rek­si­yo­nu yok!” Çok de­ğil iki sa­ni­ye­lik bir şo­kun ar­dın­dan di­rek­si­yo­nun be­nim önüm­de sağ ta­raf­ta ol­du­ğu­nu an­la­dım. Şo­fö­re “Bir an ara­ba­nın di­rek­si­yo­nu yok zan­net­tim” de­dim. O da gü­le­rek “Pro­ton da­ha o ka­da­rı­nı ya­pa­ma­dı” de­di. He­pi­miz gü­lüş­tük, İn­gi­liz sö­mür­ge­ci­li­ği­nin Ma­lez­ya’da­ki mi­ra­sıy­la ilk kar­şı­laş­mam bu ol­du…

Ha­va­ala­nın­dan şeh­re oto­ban­dan ula­şı­yor­su­nuz, ya­rım sa­at­lik yol bo­yun­ca ara­lık­sız pal­mi­ye ağaç­la­rı si­ze eş­lik edi­yor. Ül­ke­nin bü­yük bir kıs­mı bu ağaç­lar­la kap­lıy­mış ve işin il­gin­ci bu coğ­raf­ya­ya ait ol­ma­yan bu ağaç­lar, 1960’lar­dan iti­ba­ren ya­pı­lan ağaç­lan­dır­may­la yay­gın­laş­mış; da­ha da il­gin­ci Ma­lez­ya’nın palm ya­ğı üre­ti­min­de dün­ya­da li­de­ri ol­ma­sı. Ha­va­ala­nın­dan şe­hir mer­ke­zi­ne va­rın­ca­ya ka­dar tek bir bi­na bi­le gö­rün­mü­yor. Bir sü­re son­ra Kua­la Lum­pur, Pet­ro­nas Ku­le­le­ri ve KL Ku­le­siy­le uzak­tan ta­nı­tı­yor ken­di­ni. Şeh­rin hat­ta Ma­lez­ya’nın sim­ge­si Pet­ro­nas Ku­le­le­ri ay­nı za­man­da ül­ke­nin de gu­rur kay­na­ğı. Şeh­re ge­len he­men her­ke­sin kâh fo­toğ­ra­fı­nı çek­ti­ği kâh içi­ni ge­zip Kua­la Lum­pur’u sey­ret­ti­ği mo­dern bir şa­he­ser. Pet­ro­nas Ku­le­le­ri’ni ve bi­zim ka­la­ca­ğı­mız ote­li de içi­ne alan KLCC (Kua­la Lum­pur City Cen­tre) şeh­rin ya­şam ve ti­ca­ret ala­nı, şeh­rin he­men he­men bü­tün yol­la­rı bu­ra­ya çı­kı­yor.

Yak­la­şık 8 mil­yon nü­fu­suy­la Kua­la Lum­pur (KL) 1857’de Klang ve Gom­bak ne­hir­le­ri­nin bir­leş­ti­ği yer­de, ve­rim­li bir ova üze­ri­ne ku­rul­muş. “Ça­mur­lu Kav­şak” an­la­mı­na ge­len Kua­la Lum­pur o za­man­lar ka­lay ma­den­le­ri­nin bu­lun­du­ğu kü­çük bir ma­den­ci kö­yüy­müş. Şim­di ise en­gin ye­şil­lik­ler içe­ri­sin­de gök­de­len­le­ri, ya­şam ve alış­ve­riş mer­kez­le­riy­le ışıl ışıl bir şe­hir… Dün­ya­nın en yük­sek bi­na­la­rın­dan Pet­ro­nas İkiz Ku­le­le­ri’nin de için­de ol­du­ğu bü­yük ve ih­ti­şam­lı bi­na­lar, or­ta­ya ger­çek­ten mo­dern ve bir o ka­dar da gör­kem­li bir şe­hir çı­kar­mış. Kua­la Lum­pur ge­liş­miş bir şe­hir ol­ma­sı­nın dı­şın­da ye­şil do­ğa ör­tü­sün­den pek faz­la bir şey kay­bet­me­miş. Bir­çok yer­de park­lar ve mu­az­zam do­ğal gü­zel­lik­ler­le kar­şı­la­şa­bi­li­yor­su­nuz. So­kak­lar ise çok gü­ven­li, suç ora­nı çok dü­şük.

Se­la­mat Da­tang! “Hoş Gel­di­niz” an­la­mı­na ge­len bu söz, sa­de­ce şeh­rin he­men her ye­rin­de­ki ta­be­la­lar­da kar­şı­nı­za çık­mı­yor; ay­nı za­man­da in­san­la­rın yüz­le­ri­ne ve ha­re­ket­le­ri­ne de yan­sı­yor. Ma­lez­ya­lı­la­rın yü­rek­ten ge­len sı­cak dost­lu­ğu, mi­sa­fir­per­ver­li­ği ve in­sa­na say­gı­la­rı ken­di­ni her an gös­te­ri­yor. Bu­ra­da in­san­la­rın üze­rin­de ra­hat­lık ve sü­ku­net ve­ren bir ya­vaş­lık ha­kim. İs­tan­bul’un yo­ğun stres­li ha­ya­tı­nı, bir yer­den bir ye­re ye­tiş­me­ye ça­ba­la­yan, ko­şu­şan in­san­la­rı­ bu­ra­da gö­re­mi­yor­su­nuz. Her­kes sa­kin, ya­vaş ve en önem­li­si in­sa­na say­gıy­la ya­pı­yor iş­le­ri­ni. Cad­de­ler­de kor­na se­si­ni duy­mu­yor­su­nuz ve kıs­men yo­ğun­luk ol­ma­sı­na rağ­men ke­sin­lik­le bir tra­fik kar­ma­şa­sı yok.

Şe­hir­de iş mer­kez­le­ri, alış­ve­riş mer­kez­le­ri, otel­ler gi­bi çok bü­yük in­şa­at pro­je­le­ri­nin de­vam et­ti­ği gö­rü­lü­yor. Ne­re­dey­se 24 sa­at ça­lı­şı­lan bu in­şa­at­la­rın tüm şeh­ri bir şan­ti­ye ala­nı­na dö­nüş­tür­dü­ğü­nü söy­le­ye­bi­li­riz. Kua­la Lum­pur’da iş­gü­cü pi­ya­sa­sı­nın en te­mel özel­li­ği in­şa­at, otel ve alış­ve­riş mer­kez­le­ri gi­bi sek­tör­ler­de göç­men iş­çi­le­rin yay­gın ol­ma­sı. Özel­lik­le Pa­kis­tan, Bang­la­deş ve En­do­nez­ya’dan ge­len bu iş­çi­ler, Av­ru­pa’da­ki Türk­ler­den çok fark­lı. Gur­bet­çi de­di­ği­miz Av­ru­pa’da­ki Türk­ler şu an üçün­cü ne­sil­le­riy­le ora­da ya­şı­yor­lar ve git­tik­le­ri ye­rin bir par­ça­sı ol­muş­lar. Fa­kat Ma­lez­ya’da­ki göç­men iş­çi­ler, hiç­bir za­man ça­lış­tık­la­rı top­rak­la­ra ai­le­le­ri­ni de ge­ti­re­rek yer­leş­me­yi dü­şün­mü­yor­lar. İç­le­rin­de hep ken­di top­rak­la­rı­na bir gün dön­me ar­zu­la­rı var. D-8 Ge­nel Sek­re­te­ri Di­po Alam’ın ge­liş­tir­di­ği en önem­li pro­je­ler­den olan, as­lın­da ilk za­man­lar be­nim çok faz­la an­la­ma­dı­ğım ve ge­rek­siz gör­dü­ğüm “Göç­men İş­çi­ler ve İş­çi Dö­viz­le­ri­nin Trans­fe­ri­nin Kon­tro­lü” ile il­gi­li iş­bir­li­ği ça­lış­ma­la­rı bu­ra­da­ki göç­men iş­çi­le­ri gör­dük­ten son­ra da­ha an­lam­lı hâ­le gel­di. Öy­le ki ai­le­le­rin­den ve yurt­la­rın­dan ay­rı, zor şart­lar al­tın­da ça­lı­şan mil­yon­lar­ca göç­men iş­çi ka­zan­dık­la­rı pa­ra­nın önem­li bir kıs­mı­nı ai­le­le­ri­ne gön­de­ri­yor ve mil­yar­lar­ca do­lar­lık bir iş­çi dö­vi­zi akı­şı oluş­tu­ru­yor­lar.  Kü­re­sel çap­ta­ki bü­yük ban­ka­lar ise fa­hiş ko­mis­yon üc­ret­le­riy­le bu in­san­la­rın emek­le­ri üze­rin­den hak­sız ka­zanç el­de eder­ken za­man za­man gön­de­ri­len pa­ra­lar ye­ri­ne ulaş­mı­yor.

Yi­ne Kua­la Lum­pur…

Tür­ki­ye için İs­tan­bul ney­se, Ma­lez­ya için de Kua­la Lum­pur ay­nı öne­me sa­hip. Kua­la Lum­pur’u da içi­ne alan Se­lan­gor Eya­le­ti ül­ke­nin en bü­yük eko­no­mi­si­ni oluş­tu­ru­yor. Yal­nız Kua­la Lum­pur baş­kent ol­ma­sı ne­de­niy­le eko­no­mi­nin ya­nın­da si­ya­se­tin de mer­ke­zi. Fa­kat şeh­rin ka­la­ba­lık­laş­ma­sın­dan do­la­yı 1995 yı­lın­da dev­le­te ait bir­çok ba­kan­lık ve hü­kü­met ofi­si­nin Put­ra­ja­ya’ya ta­şın­ma­sı ka­rar­laş­tı­rıl­mış. Yö­ne­tim mer­kez­le­ri­nin ya­nın­da, de­ği­şik mi­ma­rî üs­lup­la­rı ile göz alı­cı bi­na­la­rın bu­lun­du­ğu, ye­ni ku­ru­lan Put­ra­ja­ya, Kua­la Lum­pur’un 25 km gü­ne­yin­de yer alı­yor. Bu şe­hir Ma­lez­ya’nın ida­rî baş­ken­ti, an­cak Kua­la Lum­pur res­mî ve fii­lî baş­kent; dev­le­tin asıl ida­re­si Kua­la Lum­pur’dan ya­pı­lı­yor.

Kua­la Lum­pur’da yıl­lık or­ta­la­ma sı­cak­lık 21 ila 32 de­re­ce ara­sın­da de­ği­şi­yor­muş. Ge­nel an­lam­da tro­pi­kal ik­lim hâ­kim, do­la­yı­sıy­la sı­cak ve aşı­rı nem­li bir ha­va var, ka­pa­lı bir me­kân­da kli­ma­sız dur­ma­nız ne­re­dey­se im­kân­sız, dı­şa­rı­da uzun sü­re za­ten hiç du­ra­mı­yor­su­nuz. Se­rin, ka­pa­lı bir me­kân­dan dı­şa­rı çı­kın­ca çok sı­cak bir ha­va yü­zü­nü­ze çar­pı­yor, öy­le ki göz­lük­le­ri­min cam­la­rı her dı­şa­rı çık­tı­ğım­da bu­har­la­şı­yor­du. Şe­hir he­men her gün kı­sa sü­re­li ama bar­dak­tan bo­şa­nır­ca­sı­na ya­ğan yağ­mur ile ade­ta yı­ka­nı­yor. Yağ­mur dam­la­la­rı İs­tan­bul’da­ki yağ­mur dam­la­la­rı­nın üç dört ka­tı bü­yük­lü­ğün­de san­ki. Beş yıl ön­ce İs­tan­bul’da­ki ilk yağ­mu­ru gör­dü­ğüm­de de ay­nı şe­yi his­set­miş­tim; Kon­ya’nın yağ­mur dam­la­la­rı­nın üç dört ka­tı bü­yük­lü­ğün­de dam­la­lar…

Bu­ra­da her tür­lü tro­pi­kal mey­ve bol mik­tar­da bu­lu­nu­yor. Özel­lik­le man­go­nun ta­dı muh­te­şem­di. Yal­nız bun­lar­dan ha­riç öy­le bir mey­ve var ki, Ma­lez­ya’da mey­ve­le­rin kra­lı ola­rak gö­rü­lü­yor. Ma­lay­lar, dur­yan de­dik­le­ri ve çok sev­dik­le­ri bu mey­ve­nin ye­tiş­me se­zo­nu­nu dört göz­le bek­li­yor. Dur­ya­nın di­ken­li sert ka­bu­ğu­nun için­de­ki yu­mur­ta sa­rı­sı­na ben­ze­yen yu­mu­şak kıs­mı ye­ni­yor. Kre­ma kı­va­mın­da ve ol­duk­ça yo­ğun, bu­ruk bir ta­dı var. Ta­dı ba­ha­rat, muz ve so­ğa­nın ka­rı­şı­mı gi­bi bir şey… He­le ko­ku­su… Bo­zuk so­ğan ve tüp gaz ko­ku­su­nun kes­kin bir­le­şi­mi… Ko­ku­su­nun çok ağır ol­ma­sı ve uzun sü­re çık­ma­ma­sın­dan do­la­yı ha­va­ala­nı ve otel­ler­de ya­sak­mış. D-8 top­lan­tı­sı so­nun­da mi­sa­fir­le­re dur­yan ik­ra­mı ya­pıl­dı. Bir dö­nem Ma­lez­ya’da ya­şa­yan Ah­met Da­vu­toğ­lu da ik­ram edi­len dur­ya­nı afi­yet­le ye­me­ye baş­la­dı ve di­ğer ül­ke ba­kan­la­rı­na tav­si­ye ve ik­ram et­ti.

Kon­sey top­lan­tı­sı­na da­ir ak­ta­ra­ca­ğım en önem­li not ise Ah­met Da­vu­toğ­lu’nun san­ki yıl­la­rın bü­rok­ra­tı gi­bi top­lan­tı­ya fark­lı bir ha­va ve viz­yon ka­tan ha­ki­mi­ye­ti ve yön­len­dir­me­si idi. Bu­nun ya­nın­da Da­vu­toğ­lu’nun beş yıl ders ver­di­ği ve bir­çok ha­tı­ra­sı­nın ol­du­ğu Ulus­la­ra­ra­sı İs­lâm Üni­ver­si­te­si’nde­ki kon­fe­ran­sı/der­si de ek­le­mem ge­re­ken bir di­ğer nok­ta. 15 yıl ön­ce­ki bir­çok öğ­ren­ci­siy­le ve dost­la­rıy­la ye­ni­den bu­lu­şan Da­vu­toğ­lu, es­ki­le­ri de yad et­ti­ği do­yum­suz bir ders yap­tı. Ken­di­si­nin de iti­raf et­ti­ği gi­bi ho­ca­lı­ğı öz­le­di­ği her hâ­lin­den bel­li idi. Sa­nı­rım yüz­ler­ce öğ­ren­ci­si­nin de ken­di­sin­den ders din­le­me­yi öz­le­di­ği­ni be­lirt­me­ye ge­rek yok.

Bu ara­da Ma­lez­ya­lı bir dos­tum­dan ve ora­da ta­nış­tı­ğım bir Türk’ten de bah­set­mem ge­re­ki­yor. İs­tan­bul’a gel­di­ği za­man ta­nış­tı­ğım ve her ge­li­şin­de mih­man­dar­lık et­ti­ğim Ma­lez­ya mil­let­ve­kil­le­rin­den Ka­ma­rud­din Ja­fer, Kua­la Lum­pur’da da ba­na ay­nı şe­kil­de mu­ame­le et­mek is­te­di. Fa­kat onun par­la­men­to­da­ki yo­ğun me­sai­si, be­nim yo­ğun top­lan­tı prog­ra­mım uzun sü­re­li gö­rüş­me­ye izin ver­mi­yor­du. Bir­kaç sa­at­lik gö­rüş­me­le­ri­mi­zin il­kin­de be­ni bir Arap lo­kan­ta­sı­na, ikin­ci­sin­de ise ote­lin ya­kı­nın­da­ki pres­tij­li bir alış­ve­riş mer­ke­zin­de bu­lu­nan Kua­la Lum­pur’un tek Türk res­to­ra­nı­na gö­tür­dü: Bosp­ho­rus Res­tau­rant, sa­hi­bi Ci­han­gir Or­man. He­men soh­be­te baş­lı­yo­ruz Ci­han­gir Bey­le. İlk ola­rak bir dö­nem Ma­lez­ya Ulus­la­ra­ra­sı İs­lâm Üni­ver­si­te­si’nde de gö­rev ya­pan Sab­ri Or­man ile ak­ra­ba­lı­ğı­nın olup ol­ma­dı­ğı­nı so­ru­yo­rum. “Ha­yır, so­ya­dı ben­zer­li­ği sa­de­ce. Yal­nız Be­şik­taş yö­ne­ti­ci­le­rin­den Fik­ret Or­man’ın ye­ğe­ni­yim” di­yor. Na­sıl gel­miş­ti, ile­ri­ye dö­nük ne­ler dü­şü­nü­yor­du, Ma­lez­ya’ya na­sıl ba­kı­yor­du, uyum so­run­la­rı var mıy­dı, Tür­ki­ye ile iliş­ki­le­ri na­sıl­dı gi­bi ak­lı­ma ge­len so­ru­la­rı sor­dum. Çok ak­tif bir gi­ri­şim­ci, ay­nı za­man­da En­do­nez­ya’da bir fab­ri­ka­sı da var ve bu­ra­da iş­le­ri iler­let­me­yi dü­şü­nü­yor. Yal­nız tek bek­len­ti­si Tür­ki­ye’nin Ma­lez­ya’da­ki gi­ri­şim­ci­le­re bi­raz da­ha des­tek ol­ma­sı.

Ma­lez­ya, ger­çek As­ya…

Bu de­yim Ma­lez­ya’nın ül­ke ta­nı­tı­mı için kul­lan­dı­ğı res­mi slo­gan: Ma­lay­si­a, Truly Asi­a. Çok çe­şit­li et­nik ya­pı ve kül­tü­re sa­hip Ma­lez­ya’da bu eş­siz kül­tür­ler mo­zai­ği din­ler, dil­ler, sos­yal ve kül­tü­rel et­kin­lik­ler, ge­le­nek­ler, gi­yim ve yi­ye­cek­ler­de ken­di­ni gös­te­ri­yor. Si­zi gü­ler yüz­le kar­şı­la­yan, ha­re­ket­li gö­rün­tü­ler su­nan Ma­lez­ya­lı­lar, tüm renk­li ve et­nik fark­lı­lık­la­rı­na kar­şın bir­lik­te ya­şa­ma kül­tü­rü­nün gü­zel bir ör­ne­ği­ni ser­gi­li­yor. Müs­lü­man, Hı­ris­ti­yan ve Bu­dist nü­fu­sun hoş­gö­rü için­de ya­şa­dı­ğı bir ül­ke Ma­lez­ya. Ma­lay­lar ve yer­li­ler dı­şın­da Çin, Hin­dis­tan, En­do­nez­ya ve di­ğer ül­ke­ler­den ge­len göç­men­ler nü­fu­sun çok çe­şit­li et­nik ya­pı­sı­nı oluş­tu­rur­ken, ül­ke­nin ta­ri­hiy­le bu ya­pı­sı ara­sın­da sı­kı bir bağ bu­lu­nu­yor. Bu il­ginç kül­tü­rel çe­şit­li­lik fark­lı ül­ke­ler­den ya­şa­nan göç­ler, Hol­lan­da ve İn­gi­liz sö­mür­ge yıl­la­rın­dan kay­nak­la­nı­yor.

Ül­ke­nin nü­fu­su yak­la­şık 28 mil­yon.  Nü­fu­sun %55’in­den faz­la­sı Ma­lay, %30’e ya­kı­nı Çin­li, %6’sı Hind­li, ge­ri ka­la­nı ise di­ğer et­nik grup­lar­dan olu­şu­yor. Nü­fu­sun yak­la­şık %65’i Müs­lü­man, ge­ri ka­la­nı da ço­ğun­luk­la Hı­ris­ti­yan ya da Bu­dist… Ma­lay­la­rın he­men hep­si Müs­lü­man ve Şa­fii fık­hı­nı ta­kip edi­yor­lar. Ge­ri­ye ka­lan Müs­lü­man­lar ise Hint­li­ler ve Çin­li­ler­den olu­şu­yor.

Ma­lay kö­ken­li Müs­lü­man­lar ana­ya­sa kay­nak­lı ba­zı ay­rı­ca­lık­la­ra ve hak­la­ra sa­hip­ler. Hü­kü­met, eko­no­mi­yi elin­de tu­tan Çin­li­le­rin hâ­ki­mi­ye­ti­ni azalt­mak ve Ma­lay­la­rı ha­ya­tın her ka­de­me­sin­de güç­lü kıl­mak için ba­zı ay­rı­ca­lık­lı uy­gu­la­ma­la­ra baş­vu­ru­yor. Do­la­yı­sıy­la ül­ke­de dev­let des­te­ği ile zen­gin­leş­miş bir sı­nıf oluş­muş. Fa­kat bu sı­nı­fın gi­ri­şim­ci­lik­te ba­şa­rı­lı ol­duk­la­rı pek söy­le­ne­mez. Zi­ra Çin­li­ler, ik­ti­sa­dî ha­yat­ta hâ­len güç­lü­ler. Çin­li­le­rin eko­no­mi­de­ki et­kin­li­ği­ni öğ­re­nin­ce Mus­ta­fa Özel’in mu­ha­cir­ler ve gi­ri­şim­ci­lik üze­ri­ne an­lat­tık­la­rı ak­lı­ma ge­li­yor.

Ma­lez­ya’da­ki çok çe­şit­li­lik, ye­mek kül­tü­rü­ne de yan­sı­mış. Her top­lum ve ge­le­ne­ğin ken­di­ne öz­gün mut­fa­ğı­nı bul­mak müm­kün; Ma­lay, Çin, Hint… Gü­ney­do­ğu As­ya ül­ke­le­ri­nin he­men hep­sin­de ol­du­ğu gi­bi pi­rinç Ma­lez­ya mut­fa­ğı­nın ana mal­ze­me­si. Pi­rinç­le ya­pıl­mış bir­çok de­ği­şik ye­mek bu­la­bi­li­yor­su­nuz. He­men her öğü­ne ait pi­rinç­li bir ye­mek var. Ken­di­si de bir En­do­nez­ya­lı olan Zul­hen­dri’ye ta­kı­lı­yo­rum: “Ba­ri sa­bah kah­val­tı­da pi­rinç ye­me!” Ce­va­bı ha­zır “Sen ni­ye her öğün ek­mek yi­yor­sun?!” Bir de ye­mek­ler­de kul­la­nı­lan de­ği­şik sos­lar var. Bu sos­lar, palm ya­ğı ve ba­ha­rat çe­şit­le­riy­le zen­gin­leş­ti­re­rek ya­pı­lı­yor­muş, ba­zı­la­rı­nın ta­dı ger­çek­ten ha­ri­ka… Ay­rı­ca de­niz ürün­le­rin­de de bi­zim alı­şık ol­ma­dı­ğı­mız çok çe­şit­li ve fark­lı da­mak ta­dı­na hi­tap eden ye­mek­ler var. Özel­lik­le be­nim gi­bi de­niz ürün­le­rin­de ye­ni tat­la­ra açık ol­ma­yan­la­rın pek hoş­lan­ma­ya­ca­ğı tür­den ah­ta­pot­lu, ka­ri­des­li, ıs­ta­koz­lu ye­mek­ler, çor­ba­lar, sa­la­ta­lar…

Yö­ne­tim ve si­ya­set

Ma­lez­ya es­ki bir İn­gi­liz sö­mür­ge­si, ba­ğım­sız­lı­ğı­nı 1957 yı­lın­da ilan et­miş. 13 fark­lı eya­le­te bö­lü­nen ül­ke dün­ya­da ro­tas­yon yön­te­miy­le kra­lın be­lir­len­di­ği tek mo­nar­şi. Meş­ru­ti mo­nar­şi ile yö­ne­ti­len ül­ke­de kral, 13 eya­le­tin 9’un­da bu­lu­nan sul­tan­la­rın oluş­tur­du­ğu Sul­tan­lar Kon­se­yi ta­ra­fın­dan ken­di ara­la­rın­da ro­tas­yon usû­lüy­le 5 yıl­da bir se­çi­lir. Ay­nen İn­gil­te­re’de ol­du­ğu gi­bi Kral ya­sa­la­rın al­tı­na sem­bo­lik im­za atı­yor, si­lah­lı kuv­vet­le­rin baş­ko­mu­ta­nı ve di­nin ko­ru­yu­cu­su. An­cak ül­ke­nin yö­ne­ti­min­de asıl söz sa­hi­bi se­çim­ler­le be­lir­le­nen hü­kü­met. 1973’ten bu ya­na, ik­ti­dar­da Ma­lez­ya Ulu­sal Cep­he Par­ti­si (BN) bu­lu­nu­yor. Par­ti, ül­ke­de­ki grup­la­rı tem­sil eden iri­li ufak­lı 14 par­ti­den olu­şu­yor. Koa­lis­yo­nun en önem­li par­ti­si Bir­le­şik Ma­lay­lar Ulu­sal Or­ga­ni­zas­yo­nu (UN­MO)… BN koa­lis­yo­nun es­ki baş­ka­nı Ma­hat­hir Mu­ham­med 1981’den baş­la­ya­rak 22 se­ne bo­yun­ca baş­ba­kan ola­rak gö­rev yap­mış ve 2003 yı­lın­da ken­di is­te­ği ile emek­li ol­muş. Fa­kat Ma­hat­hir Mu­ham­med fii­lî ola­rak hâ­len ül­ke yö­ne­ti­min­de söz sa­hi­bi. Hü­kü­met üze­rin­de­ki nü­fu­zu­nu ko­ru­yor ve ça­lış­ma­la­rı­nı Pet­ro­nas ku­le­le­rin­de­ki ofi­sin­den sür­dü­rü­yor. Ağus­tos ayın­da­ki ka­bi­ne de­ği­şik­li­ği­nin biz­zat onun et­ki­siy­le ya­pıl­dı­ğı söy­le­ni­yor; se­bep es­ki Baş­ba­kan Ah­mad Ba­da­wi ile an­la­şa­ma­ma­sı… Ma­lez­ya İs­lâm Par­ti­si (PAS) ise mu­ha­le­fet ko­nu­mun­da ve Ke­lan­tan eya­le­tin­de yö­ne­ti­mi elin­de bu­lun­du­ru­yor.

Ma­lez­ya de­mok­ra­tik ge­le­nek­le­rin kök­leş­ti­ği ve de­mok­ra­si­nin bü­tün ku­rum­la­rı ile iş­ler­li­ğe sa­hip ol­du­ğu bir ül­ke ola­rak ta­nın­mı­yor. Mu­ha­le­fet, si­ya­se­ti de­mok­ra­tik bir or­tam­da ya­pa­ma­dı­ğın­dan şi­ka­yet­çi. Med­ya ba­ğım­sız gi­bi gö­rün­me­si­ne rağ­men bü­yük öl­çü­de hü­kü­me­tin kon­tro­lü al­tın­da ve hü­kü­met aley­hin­de ya­yın yap­mak ya­sa­la­ra gö­re ke­sin­lik­le ya­sak. Bu­na rağ­men Ma­lez­ya ge­çen ya­rım asır­da Gü­ney­do­ğu As­ya ül­ke­le­ri­nin en is­tik­rar­lı­sı ve en mü­ref­feh ül­ke­si hâ­li­ne gel­miş. Ül­ke ulus­la­ra­ra­sı si­ya­set­te, İs­lâm dün­ya­sın­da ve ken­di böl­ge­sin­de ko­nu­mu­nu güç­len­dir­me­ye ça­lı­şı­yor. Kü­re­sel me­se­le­le­re et­kin ka­tı­lı­mı, iş­bir­li­ği­ni, den­ge po­li­ti­ka­sı­nı iz­li­yor. Böl­ge­sin­de ASE­AN ör­gü­tün­de önem­li bir ko­num­da olan Ma­lez­ya kü­re­sel dü­zey­de de İKT ve D-8’e bü­yük önem at­fe­di­yor. Şu an D-8 dö­nem baş­kan­lı­ğı­nı da ba­şa­rı­lı bir şe­kil­de yü­rü­tü­yor.

Ma­lez­ya’ya da­ir bir­kaç not…

Ül­ke eko­no­mi­sin­de elek­tro­nik ve oto­mo­tiv baş­ta ol­mak üze­re ima­lat sek­tö­rü­nün bü­yük bir ağır­lı­ğı var. Do­la­yı­sıy­la oto­mo­tiv, da­ya­nık­lı tü­ke­tim mal­la­rı, elek­tro­nik ürün­le­rin­de­ki ca­zip fi­yat­lar he­men ken­di­ni gös­te­ri­yor.

Her şey he­lal öl­çü­le­re gö­re ha­zır­la­nı­yor, bir ürü­nün pi­ya­sa­ya sü­rü­le­bil­me­si için “HA­LAL” stan­dar­dı­nı ta­şı­ma­sı ge­re­ki­yor.

Uyuş­tu­ru­cu ka­çak­çı­lı­ğı yap­mak ağır suç. Bu su­çu iş­le­yen­ler, ölüm ce­za­sı­na çarp­tı­rı­lı­yor.

6 ay­lık pa­sa­por­tu­nuz var­sa Ma­lez­ya, Tür­ki­ye va­tan­daş­la­rın­dan vi­ze is­te­mi­yor.

Ka­dın­la­rın ça­lış­ma ha­ya­tın­da ve ik­ti­sa­di fa­ali­yet­le­rin her ala­nın­da yer alı­yor­lar. Öy­le ki ha­va­ala­nın­da­ki pa­sa­port kon­trol me­mu­run­dan oto­ban­da­ki gi­şe gö­rev­li­si­ne, Dı­şiş­le­rin­den üst dü­zey me­mu­ru­na ka­dar…

Res­mi dil ola­rak kul­la­nı­lan Ma­lay­ca­da Arap­ça ve İn­gi­liz­ce­nin et­ki­si çok be­lir­gin… Türk­çe­de­ki ay­nı et­ki se­be­biy­le iki di­lin kul­lan­dı­ğı bir­çok or­tak ke­li­me var. İn­gi­liz­ce, nü­fu­sun çok bü­yük bir kıs­mı ta­ra­fın­dan bi­li­ni­yor.

Son Not…

Kua­la Lum­pur, İs­tan­bul gi­bi kök­lü bir me­de­ni­yet ve ta­rih bi­ri­ki­mi­ne sa­hip ol­ma­sa da sa­mi­mi, inanç­lı, sı­cak in­san­la­rı ve kül­tü­rel zen­gin­li­ği­nin ya­nın­da mo­dern ama ay­nı za­man­da in­sa­nıy­la, do­ğa­sıy­la ve ge­le­ne­ği ile ba­rı­şık bir şe­hir. Ama İs­tan­bul’u gö­ren tüm Ma­lez­ya­lı­la­rın de­di­ği gi­bi İs­tan­bul’un ye­ri bir baş­ka

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir