Kuala Lumpur Notları
Bir haftalık resmî bir toplantı için gittiğim Malezya’da, ülkeyi günlerce bir uçtan bir uca kat edecek, şehirden şehre gezecek; sokakları, çarşıları dolaşacak kadar vaktim olmadı. Dolayısıyla uzun uzadıya anlatılacak çok değişik yerler göremedim. Hızlı bir şekilde gerçekleştirilmiş, bürokrasi yüklü bir yolculuğun olaylarını kaleme almak, ülkeyi anlatmak çok kolay olmasa da kişisel tecrübelerimi; beni etkileyen, not ettiğim gözlemlerimi böyle bir değerlendirme yazısıyla paylaşmak istedim. Sanırım öncelikle Malezya’ya niçin gittiğime kısaca değinmem gerekiyor. D-8 Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün İstanbul’daki daimi Sekreterya’sında bir yılı aşkın süredir staj yapmaktaydım. D-8 dışişleri bakanlarının yıllık olağan toplantısı dönem başkanı Malezya’nın ev sahipliğinde 28 Ekim-2 Kasım tarihlerinde yapılacaktı. Toplantıya katılacak Sekreterya ekibine ben de dâhil edildim. 6 günlük programımızda ilk gün toplantılara hazırlık, ikinci ve üçüncü günlerde müsteşarlar düzeyindeki bürokratlardan oluşan D-8’in icra organı Komisyon toplantısı, beşinci günde ise dışişleri bakanlarından oluşan Konsey toplantısı yapılacaktı.
Peki, heyecanlı mıydım? Ekip arkadaşlarımdan Endonezyalı Zulhendri’nin de sorduğu bu soruya ilk yurt dışı deneyimimi yaşayacak olmama rağmen cevabım kesinlikle hayırdı. Nedenini açıklayamadığım bir sakinlik vardı üzerimde. Belki de öyle hissetmek istediğim için… Bu program şüphesiz ilk kez farklı bir coğrafya ve kültür görmenin yanında, uluslararası üst düzey toplantıların her aşamasına katılarak, diplomasiyi, devletlerarası ilişkiyi yerinde görme tecrübesi de katacaktı. Gerçi stajım boyunca birçok toplantının hazırlık aşamalarında bulunmuş, Sekreterya’nın üst düzey bürokratik kadrosundan deneyim kazanmıştım. Şimdi bunlara bir de D-8 İcra Direktörü İranlı diplomat Kia Tabatabaee ile aynı uçakta seyahat etme şansı eklenmişti. Sayın Tabatabaee Soğuk Savaş döneminde Moskova Büyükelçiliği dâhil olmak üzere İran Dışişlerinde birçok önemli görevde bulunmuş, çok tecrübeli bir diplomat. Uçak havalandıktan sonra Sayın Tabatabaee ile sohbetimiz de başladı. Yolculuk ve yol arkadaşlığı gerçekten çok başka oluyor. Zira ofis ortamının resmî havasında soramadığım birçok soruyu hem sorma fırsatı buldum hem de hatıralarını anlatmasını istedim. Sorularımı sabırla, tek tek cevaplayan Sayın Tabatabaee ile yolculuk boyunca hatıralarını, tecrübelerini anlattığı koyu bir sohbet yaptık. Soğuk Savaş döneminin en önemli yıllarını içine alan 80’lere ait Moskova, Kuzey Kore ve Küba hatıraları bunlar arasında en ilginçleriydi.
Kuala Lumpur…
İstanbul’dan Kuala Lumpur’a direkt uçuş ile 10 saatte gidiyorsunuz. Otobüsle bizim Konya kadar. Nihayet sabahın ilk ışıklarıyla Kuala Lumpur’a ulaştık. Uçağın penceresinden dışarıya bakıyorum; yemyeşil ormanlar, kıvrım kıvrım nehirler ve küçük küçük göletler. Uçak alçaldıkça palmiye ağaçları dikkatimi çekiyor. Yeşillikler içinde bir havaalanına iniyoruz. Kuala Lumpur Uluslararası Havaalanı’ndan bahsetmeden geçemeyeceğim. Zira 4 yıldızlı prestij havaalanı statüsüne sahip olduğunu öğrendiğim KLIA (Kuala Lumpur International Airport), muhteşem mimarisi ve düzeniyle beni gerçekten çok etkiledi. 30 yıllık bürokrasi hayatı boyunca birçok ülkeye giden Sayın Tabatabaee de mimarisi, kapasitesi ve düzeniyle birçok havaalanının epey önünde olduğunu söyledi.
Havaalanında Malezya Dışişlerinden üç görevli içten bir alaka ve ilgiyle karşıladı bizi. Kısa bir selamlaşma ve muhabbet faslından sonra bizi dışarıda bekleyen arabalara doğru yönlendirdiler. Trafik burada soldan aktığını öğrenmem, kısa bir şoktan sonra oldu. Zulhendri ile aynı arabaya bindik o sağ tarafa ben sol tarafa oturdum. O anda gayriihtiyari şöyle dedim: “Hendri! Arabanın direksiyonu yok!” Çok değil iki saniyelik bir şokun ardından direksiyonun benim önümde sağ tarafta olduğunu anladım. Şoföre “Bir an arabanın direksiyonu yok zannettim” dedim. O da gülerek “Proton daha o kadarını yapamadı” dedi. Hepimiz gülüştük, İngiliz sömürgeciliğinin Malezya’daki mirasıyla ilk karşılaşmam bu oldu…
Havaalanından şehre otobandan ulaşıyorsunuz, yarım saatlik yol boyunca aralıksız palmiye ağaçları size eşlik ediyor. Ülkenin büyük bir kısmı bu ağaçlarla kaplıymış ve işin ilginci bu coğrafyaya ait olmayan bu ağaçlar, 1960’lardan itibaren yapılan ağaçlandırmayla yaygınlaşmış; daha da ilginci Malezya’nın palm yağı üretiminde dünyada lideri olması. Havaalanından şehir merkezine varıncaya kadar tek bir bina bile görünmüyor. Bir süre sonra Kuala Lumpur, Petronas Kuleleri ve KL Kulesiyle uzaktan tanıtıyor kendini. Şehrin hatta Malezya’nın simgesi Petronas Kuleleri aynı zamanda ülkenin de gurur kaynağı. Şehre gelen hemen herkesin kâh fotoğrafını çektiği kâh içini gezip Kuala Lumpur’u seyrettiği modern bir şaheser. Petronas Kuleleri’ni ve bizim kalacağımız oteli de içine alan KLCC (Kuala Lumpur City Centre) şehrin yaşam ve ticaret alanı, şehrin hemen hemen bütün yolları buraya çıkıyor.
Yaklaşık 8 milyon nüfusuyla Kuala Lumpur (KL) 1857’de Klang ve Gombak nehirlerinin birleştiği yerde, verimli bir ova üzerine kurulmuş. “Çamurlu Kavşak” anlamına gelen Kuala Lumpur o zamanlar kalay madenlerinin bulunduğu küçük bir madenci köyüymüş. Şimdi ise engin yeşillikler içerisinde gökdelenleri, yaşam ve alışveriş merkezleriyle ışıl ışıl bir şehir… Dünyanın en yüksek binalarından Petronas İkiz Kuleleri’nin de içinde olduğu büyük ve ihtişamlı binalar, ortaya gerçekten modern ve bir o kadar da görkemli bir şehir çıkarmış. Kuala Lumpur gelişmiş bir şehir olmasının dışında yeşil doğa örtüsünden pek fazla bir şey kaybetmemiş. Birçok yerde parklar ve muazzam doğal güzelliklerle karşılaşabiliyorsunuz. Sokaklar ise çok güvenli, suç oranı çok düşük.
Selamat Datang! “Hoş Geldiniz” anlamına gelen bu söz, sadece şehrin hemen her yerindeki tabelalarda karşınıza çıkmıyor; aynı zamanda insanların yüzlerine ve hareketlerine de yansıyor. Malezyalıların yürekten gelen sıcak dostluğu, misafirperverliği ve insana saygıları kendini her an gösteriyor. Burada insanların üzerinde rahatlık ve sükunet veren bir yavaşlık hakim. İstanbul’un yoğun stresli hayatını, bir yerden bir yere yetişmeye çabalayan, koşuşan insanları burada göremiyorsunuz. Herkes sakin, yavaş ve en önemlisi insana saygıyla yapıyor işlerini. Caddelerde korna sesini duymuyorsunuz ve kısmen yoğunluk olmasına rağmen kesinlikle bir trafik karmaşası yok.
Şehirde iş merkezleri, alışveriş merkezleri, oteller gibi çok büyük inşaat projelerinin devam ettiği görülüyor. Neredeyse 24 saat çalışılan bu inşaatların tüm şehri bir şantiye alanına dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. Kuala Lumpur’da işgücü piyasasının en temel özelliği inşaat, otel ve alışveriş merkezleri gibi sektörlerde göçmen işçilerin yaygın olması. Özellikle Pakistan, Bangladeş ve Endonezya’dan gelen bu işçiler, Avrupa’daki Türklerden çok farklı. Gurbetçi dediğimiz Avrupa’daki Türkler şu an üçüncü nesilleriyle orada yaşıyorlar ve gittikleri yerin bir parçası olmuşlar. Fakat Malezya’daki göçmen işçiler, hiçbir zaman çalıştıkları topraklara ailelerini de getirerek yerleşmeyi düşünmüyorlar. İçlerinde hep kendi topraklarına bir gün dönme arzuları var. D-8 Genel Sekreteri Dipo Alam’ın geliştirdiği en önemli projelerden olan, aslında ilk zamanlar benim çok fazla anlamadığım ve gereksiz gördüğüm “Göçmen İşçiler ve İşçi Dövizlerinin Transferinin Kontrolü” ile ilgili işbirliği çalışmaları buradaki göçmen işçileri gördükten sonra daha anlamlı hâle geldi. Öyle ki ailelerinden ve yurtlarından ayrı, zor şartlar altında çalışan milyonlarca göçmen işçi kazandıkları paranın önemli bir kısmını ailelerine gönderiyor ve milyarlarca dolarlık bir işçi dövizi akışı oluşturuyorlar. Küresel çaptaki büyük bankalar ise fahiş komisyon ücretleriyle bu insanların emekleri üzerinden haksız kazanç elde ederken zaman zaman gönderilen paralar yerine ulaşmıyor.
Yine Kuala Lumpur…
Türkiye için İstanbul neyse, Malezya için de Kuala Lumpur aynı öneme sahip. Kuala Lumpur’u da içine alan Selangor Eyaleti ülkenin en büyük ekonomisini oluşturuyor. Yalnız Kuala Lumpur başkent olması nedeniyle ekonominin yanında siyasetin de merkezi. Fakat şehrin kalabalıklaşmasından dolayı 1995 yılında devlete ait birçok bakanlık ve hükümet ofisinin Putrajaya’ya taşınması kararlaştırılmış. Yönetim merkezlerinin yanında, değişik mimarî üslupları ile göz alıcı binaların bulunduğu, yeni kurulan Putrajaya, Kuala Lumpur’un 25 km güneyinde yer alıyor. Bu şehir Malezya’nın idarî başkenti, ancak Kuala Lumpur resmî ve fiilî başkent; devletin asıl idaresi Kuala Lumpur’dan yapılıyor.
Kuala Lumpur’da yıllık ortalama sıcaklık 21 ila 32 derece arasında değişiyormuş. Genel anlamda tropikal iklim hâkim, dolayısıyla sıcak ve aşırı nemli bir hava var, kapalı bir mekânda klimasız durmanız neredeyse imkânsız, dışarıda uzun süre zaten hiç duramıyorsunuz. Serin, kapalı bir mekândan dışarı çıkınca çok sıcak bir hava yüzünüze çarpıyor, öyle ki gözlüklerimin camları her dışarı çıktığımda buharlaşıyordu. Şehir hemen her gün kısa süreli ama bardaktan boşanırcasına yağan yağmur ile adeta yıkanıyor. Yağmur damlaları İstanbul’daki yağmur damlalarının üç dört katı büyüklüğünde sanki. Beş yıl önce İstanbul’daki ilk yağmuru gördüğümde de aynı şeyi hissetmiştim; Konya’nın yağmur damlalarının üç dört katı büyüklüğünde damlalar…
Burada her türlü tropikal meyve bol miktarda bulunuyor. Özellikle mangonun tadı muhteşemdi. Yalnız bunlardan hariç öyle bir meyve var ki, Malezya’da meyvelerin kralı olarak görülüyor. Malaylar, duryan dedikleri ve çok sevdikleri bu meyvenin yetişme sezonunu dört gözle bekliyor. Duryanın dikenli sert kabuğunun içindeki yumurta sarısına benzeyen yumuşak kısmı yeniyor. Krema kıvamında ve oldukça yoğun, buruk bir tadı var. Tadı baharat, muz ve soğanın karışımı gibi bir şey… Hele kokusu… Bozuk soğan ve tüp gaz kokusunun keskin birleşimi… Kokusunun çok ağır olması ve uzun süre çıkmamasından dolayı havaalanı ve otellerde yasakmış. D-8 toplantısı sonunda misafirlere duryan ikramı yapıldı. Bir dönem Malezya’da yaşayan Ahmet Davutoğlu da ikram edilen duryanı afiyetle yemeye başladı ve diğer ülke bakanlarına tavsiye ve ikram etti.
Konsey toplantısına dair aktaracağım en önemli not ise Ahmet Davutoğlu’nun sanki yılların bürokratı gibi toplantıya farklı bir hava ve vizyon katan hakimiyeti ve yönlendirmesi idi. Bunun yanında Davutoğlu’nun beş yıl ders verdiği ve birçok hatırasının olduğu Uluslararası İslâm Üniversitesi’ndeki konferansı/dersi de eklemem gereken bir diğer nokta. 15 yıl önceki birçok öğrencisiyle ve dostlarıyla yeniden buluşan Davutoğlu, eskileri de yad ettiği doyumsuz bir ders yaptı. Kendisinin de itiraf ettiği gibi hocalığı özlediği her hâlinden belli idi. Sanırım yüzlerce öğrencisinin de kendisinden ders dinlemeyi özlediğini belirtmeye gerek yok.
Bu arada Malezyalı bir dostumdan ve orada tanıştığım bir Türk’ten de bahsetmem gerekiyor. İstanbul’a geldiği zaman tanıştığım ve her gelişinde mihmandarlık ettiğim Malezya milletvekillerinden Kamaruddin Jafer, Kuala Lumpur’da da bana aynı şekilde muamele etmek istedi. Fakat onun parlamentodaki yoğun mesaisi, benim yoğun toplantı programım uzun süreli görüşmeye izin vermiyordu. Birkaç saatlik görüşmelerimizin ilkinde beni bir Arap lokantasına, ikincisinde ise otelin yakınındaki prestijli bir alışveriş merkezinde bulunan Kuala Lumpur’un tek Türk restoranına götürdü: Bosphorus Restaurant, sahibi Cihangir Orman. Hemen sohbete başlıyoruz Cihangir Beyle. İlk olarak bir dönem Malezya Uluslararası İslâm Üniversitesi’nde de görev yapan Sabri Orman ile akrabalığının olup olmadığını soruyorum. “Hayır, soyadı benzerliği sadece. Yalnız Beşiktaş yöneticilerinden Fikret Orman’ın yeğeniyim” diyor. Nasıl gelmişti, ileriye dönük neler düşünüyordu, Malezya’ya nasıl bakıyordu, uyum sorunları var mıydı, Türkiye ile ilişkileri nasıldı gibi aklıma gelen soruları sordum. Çok aktif bir girişimci, aynı zamanda Endonezya’da bir fabrikası da var ve burada işleri ilerletmeyi düşünüyor. Yalnız tek beklentisi Türkiye’nin Malezya’daki girişimcilere biraz daha destek olması.
Malezya, gerçek Asya…
Bu deyim Malezya’nın ülke tanıtımı için kullandığı resmi slogan: Malaysia, Truly Asia. Çok çeşitli etnik yapı ve kültüre sahip Malezya’da bu eşsiz kültürler mozaiği dinler, diller, sosyal ve kültürel etkinlikler, gelenekler, giyim ve yiyeceklerde kendini gösteriyor. Sizi güler yüzle karşılayan, hareketli görüntüler sunan Malezyalılar, tüm renkli ve etnik farklılıklarına karşın birlikte yaşama kültürünün güzel bir örneğini sergiliyor. Müslüman, Hıristiyan ve Budist nüfusun hoşgörü içinde yaşadığı bir ülke Malezya. Malaylar ve yerliler dışında Çin, Hindistan, Endonezya ve diğer ülkelerden gelen göçmenler nüfusun çok çeşitli etnik yapısını oluştururken, ülkenin tarihiyle bu yapısı arasında sıkı bir bağ bulunuyor. Bu ilginç kültürel çeşitlilik farklı ülkelerden yaşanan göçler, Hollanda ve İngiliz sömürge yıllarından kaynaklanıyor.
Ülkenin nüfusu yaklaşık 28 milyon. Nüfusun %55’inden fazlası Malay, %30’e yakını Çinli, %6’sı Hindli, geri kalanı ise diğer etnik gruplardan oluşuyor. Nüfusun yaklaşık %65’i Müslüman, geri kalanı da çoğunlukla Hıristiyan ya da Budist… Malayların hemen hepsi Müslüman ve Şafii fıkhını takip ediyorlar. Geriye kalan Müslümanlar ise Hintliler ve Çinlilerden oluşuyor.
Malay kökenli Müslümanlar anayasa kaynaklı bazı ayrıcalıklara ve haklara sahipler. Hükümet, ekonomiyi elinde tutan Çinlilerin hâkimiyetini azaltmak ve Malayları hayatın her kademesinde güçlü kılmak için bazı ayrıcalıklı uygulamalara başvuruyor. Dolayısıyla ülkede devlet desteği ile zenginleşmiş bir sınıf oluşmuş. Fakat bu sınıfın girişimcilikte başarılı oldukları pek söylenemez. Zira Çinliler, iktisadî hayatta hâlen güçlüler. Çinlilerin ekonomideki etkinliğini öğrenince Mustafa Özel’in muhacirler ve girişimcilik üzerine anlattıkları aklıma geliyor.
Malezya’daki çok çeşitlilik, yemek kültürüne de yansımış. Her toplum ve geleneğin kendine özgün mutfağını bulmak mümkün; Malay, Çin, Hint… Güneydoğu Asya ülkelerinin hemen hepsinde olduğu gibi pirinç Malezya mutfağının ana malzemesi. Pirinçle yapılmış birçok değişik yemek bulabiliyorsunuz. Hemen her öğüne ait pirinçli bir yemek var. Kendisi de bir Endonezyalı olan Zulhendri’ye takılıyorum: “Bari sabah kahvaltıda pirinç yeme!” Cevabı hazır “Sen niye her öğün ekmek yiyorsun?!” Bir de yemeklerde kullanılan değişik soslar var. Bu soslar, palm yağı ve baharat çeşitleriyle zenginleştirerek yapılıyormuş, bazılarının tadı gerçekten harika… Ayrıca deniz ürünlerinde de bizim alışık olmadığımız çok çeşitli ve farklı damak tadına hitap eden yemekler var. Özellikle benim gibi deniz ürünlerinde yeni tatlara açık olmayanların pek hoşlanmayacağı türden ahtapotlu, karidesli, ıstakozlu yemekler, çorbalar, salatalar…
Yönetim ve siyaset
Malezya eski bir İngiliz sömürgesi, bağımsızlığını 1957 yılında ilan etmiş. 13 farklı eyalete bölünen ülke dünyada rotasyon yöntemiyle kralın belirlendiği tek monarşi. Meşruti monarşi ile yönetilen ülkede kral, 13 eyaletin 9’unda bulunan sultanların oluşturduğu Sultanlar Konseyi tarafından kendi aralarında rotasyon usûlüyle 5 yılda bir seçilir. Aynen İngiltere’de olduğu gibi Kral yasaların altına sembolik imza atıyor, silahlı kuvvetlerin başkomutanı ve dinin koruyucusu. Ancak ülkenin yönetiminde asıl söz sahibi seçimlerle belirlenen hükümet. 1973’ten bu yana, iktidarda Malezya Ulusal Cephe Partisi (BN) bulunuyor. Parti, ülkedeki grupları temsil eden irili ufaklı 14 partiden oluşuyor. Koalisyonun en önemli partisi Birleşik Malaylar Ulusal Organizasyonu (UNMO)… BN koalisyonun eski başkanı Mahathir Muhammed 1981’den başlayarak 22 sene boyunca başbakan olarak görev yapmış ve 2003 yılında kendi isteği ile emekli olmuş. Fakat Mahathir Muhammed fiilî olarak hâlen ülke yönetiminde söz sahibi. Hükümet üzerindeki nüfuzunu koruyor ve çalışmalarını Petronas kulelerindeki ofisinden sürdürüyor. Ağustos ayındaki kabine değişikliğinin bizzat onun etkisiyle yapıldığı söyleniyor; sebep eski Başbakan Ahmad Badawi ile anlaşamaması… Malezya İslâm Partisi (PAS) ise muhalefet konumunda ve Kelantan eyaletinde yönetimi elinde bulunduruyor.
Malezya demokratik geleneklerin kökleştiği ve demokrasinin bütün kurumları ile işlerliğe sahip olduğu bir ülke olarak tanınmıyor. Muhalefet, siyaseti demokratik bir ortamda yapamadığından şikayetçi. Medya bağımsız gibi görünmesine rağmen büyük ölçüde hükümetin kontrolü altında ve hükümet aleyhinde yayın yapmak yasalara göre kesinlikle yasak. Buna rağmen Malezya geçen yarım asırda Güneydoğu Asya ülkelerinin en istikrarlısı ve en müreffeh ülkesi hâline gelmiş. Ülke uluslararası siyasette, İslâm dünyasında ve kendi bölgesinde konumunu güçlendirmeye çalışıyor. Küresel meselelere etkin katılımı, işbirliğini, denge politikasını izliyor. Bölgesinde ASEAN örgütünde önemli bir konumda olan Malezya küresel düzeyde de İKT ve D-8’e büyük önem atfediyor. Şu an D-8 dönem başkanlığını da başarılı bir şekilde yürütüyor.
Malezya’ya dair birkaç not…
Ülke ekonomisinde elektronik ve otomotiv başta olmak üzere imalat sektörünün büyük bir ağırlığı var. Dolayısıyla otomotiv, dayanıklı tüketim malları, elektronik ürünlerindeki cazip fiyatlar hemen kendini gösteriyor.
Her şey helal ölçülere göre hazırlanıyor, bir ürünün piyasaya sürülebilmesi için “HALAL” standardını taşıması gerekiyor.
Uyuşturucu kaçakçılığı yapmak ağır suç. Bu suçu işleyenler, ölüm cezasına çarptırılıyor.
6 aylık pasaportunuz varsa Malezya, Türkiye vatandaşlarından vize istemiyor.
Kadınların çalışma hayatında ve iktisadi faaliyetlerin her alanında yer alıyorlar. Öyle ki havaalanındaki pasaport kontrol memurundan otobandaki gişe görevlisine, Dışişlerinden üst düzey memuruna kadar…
Resmi dil olarak kullanılan Malaycada Arapça ve İngilizcenin etkisi çok belirgin… Türkçedeki aynı etki sebebiyle iki dilin kullandığı birçok ortak kelime var. İngilizce, nüfusun çok büyük bir kısmı tarafından biliniyor.
Son Not…
Kuala Lumpur, İstanbul gibi köklü bir medeniyet ve tarih birikimine sahip olmasa da samimi, inançlı, sıcak insanları ve kültürel zenginliğinin yanında modern ama aynı zamanda insanıyla, doğasıyla ve geleneği ile barışık bir şehir. Ama İstanbul’u gören tüm Malezyalıların dediği gibi İstanbul’un yeri bir başka…