Princeton Postası

Paylaş:

14 Şu­bat 2010. 9 ay 10 gün­lük Ame­ri­ka se­fe­ri­nin ilk gü­nü. Sa­bah 10.30 ci­var­la­rın­da kal­kan uça­ğı­mız 14.30 gi­bi New York J. F. Ken­nedy Ha­va­li­ma­nı’na iniş yap­tı. Va­kı­a do­ğu vi­la­yet­le­ri­mi­zin er­ken if­tar aç­ma­sı ve­si­le­si ile ne idü­ğü­nü an­la­dı­ğı­mız me­rid­yen far­kın­dan kay­nak­la­nan sa­at fark­lı­lı­ğı­nı, zi­ya­de­siy­le tec­rü­be edi­yo­ruz. 11 sa­at sü­ren yol­cu­luk me­ğer 4 sa­at sür­müş, öm­rüm 7 sa­at uza­mış gi­bi… Gü­neş­li bir ha­va ve fa­kat ay­nı za­man­da kes­kin bir ayaz. Bir tür­lü öte­le­ye­me­di­ğim –ha­ra­ret­ten mü­te­vel­lid– çay iç­me ar­zu­su, al­tın­da­ki dört te­ke­rin dör­dü­nün de bir işe ya­ra­ma­dı­ğı ba­vu­lum ve elim­de­ki ka­ba yol ta­ri­fi ile New Jer­sey/Prin­ce­ton’a re­van olu­yo­rum. Yol, iz bil­mez­li­ği­mi he­sa­ba ka­tar­sak be­nim­ki­si “re­van ol­mak”tan zi­ya­de “Ya na­sip” de­yip yo­la düş­mek. Gel­ge­le­lim her ne ka­dar yol, iz bil­me­sem de ka­ram­sar de­ği­lim. Dar­da kal­dı­ğım za­man­lar­da, el­le­rin­de ad­res­le­ri da­hi ol­mak­sı­zın Av­ru­pa­la­ra gi­den Jön Türk­ler ve bâ­hu­sus Ame­ri­ka’yı teş­rif eden Ubey­dul­lah Efen­di ha­tı­rı­ma ge­li­yor ve fe­rah­lı­yo­rum. Had­di­zâ­tın­da fa­kir de on­lar­la hem­dem ol­ma­ya gay­ret et­mi­yor mu­yum?! Al iş­te ba­na fır­sat… Ha­va­li­ma­nın­dan dı­şa­rı­ya adım atar at­maz şöy­le bir du­rup et­ra­fa ba­kı­yo­rum. “Ulan Ame­ri­ka ya ben se­ni fet­he­de­ce­ğim ya sen be­ni” ma­ka­mın­da de­ği­lim ama her­hal­de bu du­rup bak­ma­da Ye­şil­çam film­le­rin­de­ki Hay­dar­pa­şa sah­ne­le­ri­nin de et­ki­si ol­sa ge­rek. Aman efen­dim, li­mu­zin­le­rin bi­ri ge­li­yor bi­ri gi­di­yor… De­mek film­ler­de gör­dü­ğü­müz ka­dar var­mış di­ye ge­çi­ri­yo­rum içim­den, ama da­ha Penn Sta­ti­on’a gi­der­ken bu ilk iz­le­nim yer­le bir olu­yor. New York’un en sü­ne­pe hâl ve ma­hal­le­ri­ni bu yol­cu­luk es­na­sın­da gör­düm. Son­ra; yo­la çık­ma­dan ön­ce bir bir önüm­den ge­çen Ame­ri­kan ara­ba­la­rı ya­vaş ya­vaş yer­le­ri­ni As­ya ara­ba­la­rı­na bı­ra­kı­yor: Hon­da, To­yo­ta, Nis­san zi­bil gi­bi. İlk şaş­kın­lı­ğım. De­mek ki adam­lar kast-ı mah­sus­la ken­di ara­ba­la­rı­nı kul­la­nı­yor­lar film­ler­de. Va­tan­da­şın ter­cih­le­ri bam­baş­ka. İm­di; bu ya­zı­nın mak­sa­dı Ame­ri­ka, Ame­ri­ka­lı­lar ya­hut New York hak­kın­da ma­lu­mat ver­mek ol­ma­yıp Prin­ce­ton ve da­ha zi­ya­de Prin­ce­ton Üni­ver­si­te­si iz­le­nim­le­ri­ni ak­tar­mak ol­du­ğun­dan sa­ir yer­le­re da­ir faz­la ke­lam et­me­ye­ce­ğim. Ma­ma­fih bir par­ça gör­müş­lü­ğü­me na­za­ran New York hak­kın­da di­ye­ce­ğim ki: Azi­zim, bu New York de­di­ği­miz eya­let ile or­ta­la­ma bir Türk’ün zih­nin­de­ki New York ima­jı ara­sın­dan epey­ce fark var­dır her­hal­de. Bi­zim New York’umuz Man­hat­tan’dan mü­te­şek­kil bir dün­ya. Ve­la­kin, Man­hat­tan New York’un mü­him bir cü­zü ol­mak­la be­ra­ber sa­de­ce bir cü­zü. Siz ne dü­şü­nür­sü­nüz Man­hat­tan hak­kın­da bil­mem ama; bu­ra­sı yet­miş iki mil­le­tin bir ara­da ol­du­ğu, ka­la­ba­lık, ge­niş ama pis kal­dı­rım­lı, ber­bat tra­fik­li, ho­me­less­ten ge­çil­me­yen bir met­ro­pol. Bir de met­ro­su var ki, her­hal­de, di­yor in­san, in­şa­sın­dan be­ri te­miz­len­me­miş. Ha­va­sız, fe­na bir pis ko­ku ve el­bet­te fa­re­ler. İn­san bu hâli gör­dük­ten son­ra Nin­ja Kap­lum­ba­ğa­lar’ın ve ter­bi­ye­ci­le­ri olan fa­re­nin met­ro­da ya­şa­ma­la­rı­na şa­şır­mı­yor. Bir de hak­kı­nı ye­me­mek için baş­ta Cen­tral Park ol­mak üze­re muh­te­lif park­la­rı­nı zik­ret­mek ge­re­kir. Her ne ka­dar bu muh­te­lif park­lar yük­sek yük­sek bi­na­lar ara­sın­da kay­bol­sa­lar da… Keş­ke müm­kün ol­say­dı da Ev­li­ya Çe­le­bi’den oku­ma im­kâ­nı­mız ol­say­dı New York’u di­ye ge­çir­miş dur­mu­şum­dur içim­den. Bel­ki öbür ta­raf­ta din­le­riz… Şim­di­lik Se­lim Kar­lı­te­kin’i bek­le­ye­ce­ğiz… Her ne ise; New York Penn Sta­ti­on’dan bi­ne­ce­ğim New Jer­sey tre­nin­den Prin­ce­ton Junc­ti­on du­ra­ğın­da ine­cek ve ora­dan da 146 se­ne­dir hiz­met­te olan Dinky’ye bi­ne­rek Prin­ce­ton’a va­ra­ca­ğım. Prin­ce­ton’a var­ma­dan ön­ce şu­nu da be­lirt­mek is­te­rim ki bu mem­le­ke­tin tren­le­rin­de de iş yok. Ne hız­lı tren­le­ri pek hız­lı ne de nor­mal tren­le­ri bi­zim TCDD’den hız­lı. Bir ha­yal kı­rık­lı­ğı da­ha. De­mek ki di­yo­rum, bu adam­lar Key­nes’ten son­ra bir ar­pa yol ala­ma­mış­lar ya da dün­ya ile il­gi­len­mek­ten ken­di­le­ri­ne va­kit ayı­ra­ma­mış­lar. Ge­çe­lim…

Ak­şam 6:30 gi­bi ni­ha­yet Prin­ce­ton’da­yım. Çay fas­lı ve he­men ar­dın­dan kı­sa bir Prin­ce­ton tu­run­dan son­ra sa­bah ola hay­ro­la de­yip uy­ku­ya ge­çi­yo­ruz. Efen­dim, oku­du­ğum yaz­dı­ğım be­nim ol­sun, ben şim­di si­ze ka­le­mim yet­ti­ğin­ce iz­le­nim­le­ri­mi ak­ta­ra­yım.

30.000 ci­va­rın­da bir nü­fu­sa ve or­ta­la­ma­nın üze­rin­de bir ge­lir dü­ze­yi­ne sa­hip kü­çük bir ka­sa­ba olan Prin­ce­ton, New Jer­sey’nin de re­fah se­vi­ye­si en yük­sek ka­sa­ba­sı ay­nı za­man­da. New Jer­sey’nin baş­ken­ti Tren­ton’a 15 da­ki­ka New York’a ise 1 sa­at me­sa­fe­de (tren­le) yer alan Prin­ce­ton as­lın­da Ana­do­lu’da ör­nek­le­ri­ne faz­la­sıy­la rast­la­ya­ca­ğı­mız tür­den tek cad­de­li bir şe­hir. Biz­de umu­mi­yet­le “Cum­hu­ri­yet” tes­mi­ye kı­lı­nan cad­de­le­rin bu­ra­da­ki mu­adi­li Nas­sa­u Set­re­et. Cad­de­nin bir ya­nı mes­kûn ma­hal­ler ve ma­ğa­za­lar di­ğer ya­nı ise bi­lim­sel me­kân­lar. Me­kân­lar di­yo­rum; zi­ra Prin­ce­ton’da­ki kay­da de­ğer tek aka­de­mik mer­kez Prin­ce­ton Üni­ver­si­te­si de­ğil. Ay­rı­ca; ça­lış­ma­la­rı­nı ta­ma­men araş­tır­ma­la­ra has­re­den ve alan­la­rın­da bi­rer oto­ri­te me­sa­be­sin­de pek çok No­bel ödül­lü ho­ca­yı da bün­ye­sin­de ba­rın­dır­mış olan/ba­rın­dı­ran Ins­ti­tu­te for Ad­van­ced Study de bu­ra­da yer alı­yor. Üni­ver­si­te ile ku­rum­sal ola­rak her­han­gi bir ba­ğı bu­lun­ma­mak­la be­ra­ber Ins­ti­tu­te for Ad­van­ced Study’de­ki ho­ca­la­rın bir kıs­mı dün de bu­gün de Üni­ver­si­te’de ders ver­me­ye de­vam edi­yor. Ye­ri gel­miş­ken Al­bert Eins­te­in’in kad­ro­su­nun da esas iti­ba­ri ile Ins­ti­tu­te for Ad­van­ced Study’de ol­du­ğu­nu, bu­nun­la be­ra­ber Prin­ce­ton Üni­ver­si­te­si’nde de ders­ler ver­di­ği­ni bir ör­nek ola­rak be­lir­te­lim. Mev­zu dâ­hi­le­re in­ti­kal et­miş­ken, Akıl Oyun­la­rı ile po­pü­la­ri­te­si epey­ce ar­tan John Nash’in de Prin­ce­ton’da ya­şa­dı­ğı­nı de­di­ko­du ma­hi­ye­tin­de bir bil­gi ola­rak pay­la­şa­yım. Bu üni­ver­si­te­nin en kay­da de­ğer me­kâ­nı be­nim açım­dan hiç şüp­he­siz Fi­res­to­ne Lib­rary. Üni­ver­si­te bün­ye­sin­de iri­li ufak­lı 12 kü­tüp­ha­ne­nin (bu­ra­da­ki ufak­lı sı­fa­tı­nı pek cid­di­ye al­ma­yın zi­ra bir kaç is­tis­na­yı dış­ta tu­tar­sak her bi­ri­nin İSAM’dan da­ha faz­la ki­tap ih­ti­va et­ti­ği­ni söy­le­ye­bi­li­rim) en bü­yü­ğü. Di­ğer kü­tüp­ha­ne­ler be­lir­li bir di­sip­li­ne has­re­dil­miş ya­hut yo­ğun­laş­mış­ken Fi­res­to­ne ana kü­tüp­ha­ne ola­rak hiz­met ve­ri­yor ve hâliy­le pek çok di­sip­lin­den kay­nak­lar ih­ti­va edi­yor. Tür­ki­ye stan­dart­la­rı­nın faz­la­sıy­la üze­rin­de olan bu kü­tüp­ha­ne –ken­di is­ta­tis­tik­le­ri­ne gö­re– 6 mil­yon­dan faz­la­sı mat­bu ki­tap ol­mak üze­re 13 mil­yon ci­va­rın­da mat­bu/gay­rımat­bu ki­tap/yaz­ma/bel­ge­ye sa­hip ve bu ra­ka­ma ila­ve­ten her ay yak­la­şık 10.000 ye­ni ese­ri bün­ye­si­ne ka­tı­yor. Bu­na bir de kü­tüp­ha­ne üye­le­ri­nin Ya­le, Brown, Co­lum­bi­a, Penn­syl­va­ni­a, Cor­nell ve Dart­mo­uth üni­ver­si­te­le­ri­nin kü­tüp­ha­ne­le­rin­den ki­tap ge­tir­te­bil­me im­ka­nı­nı da ek­le­yin­ce Tür­ki­ye ile ara­da­ki me­sa­fe çok da­ha faz­la açı­lı­yor. Fi­res­to­ne’un kay­da de­ğer bir baş­ka özel­li­ği ise, açık raf sis­te­mi ile iş­le­yen bir kü­tüp­ha­ne ol­ma­sı. İn­sa­nın bu ka­dar çok kay­na­ğa bu ka­dar ko­lay eri­şe­bi­li­yor ol­ma­sı İSAM’ın ba­ni­le­ri­ne dua­han olan be­nim için ay­nı za­man­da bir te­es­sür, te­es­süf ve söv­gü se­be­bi de. “Ni­çin böy­le bir kü­tüp­ha­ne­miz yok?” ya da “biz­de de böy­le kü­tüp­ha­ne­ler ol­sa her­hal­de dün­ya­ya kök sök­tü­rür­dük” meâ­lin­de bey­hu­de te­men­ni­ler ge­lip ge­lip gi­di­yor. Her­hal­de me­se­le, biz­de kü­tüp­ha­ne ol­ma­ma­sın­dan zi­ya­de id­di­a ol­ma­ma­sı. Öy­le ya baş­ka tür­lü Mil­li Kü­tüp­ha­ne’de­ki re­za­le­ti ya­hut di­ğer kü­tüp­ha­ne­ler­de­ki fu­ka­ra­lı­ğı na­sıl izah ede­bi­li­riz… Fi­res­to­ne’a da­ir bah­set­mem ge­re­ken bir di­ğer hu­sus ki­tap­la­rın gü­ven­lik sis­te­mi ile ala­ka­lı. Bu kü­tüp­ha­ne­de ki­tap­la­rın ka­yıt dı­şı bir şe­kil­de dı­şa­rı­ya çı­ka­rıl­ma­la­rı­nı ön­le­me­ye yö­ne­lik her han­gi bir uya­rı ve gü­ven­lik sis­te­mi bu­lun­mu­yor. Gü­ven­lik adı­na ya­pı­lan tek şey kü­tüp­ha­ne çı­kı­şın­da gö­rev­li­le­rin çan­ta­nı­za şöy­le bir bak­ma­sın­dan iba­ret. Pe­ka­la pek çok şe­kil­de ba­ha­ya gel­mez ki­tap­la­rı dı­şa­rı­ya çı­ka­ra­bil­mek müm­kün. Bu du­ru­mu, “Ame­ri­ka’da ya da Prin­ce­ton’da in­san­lar o ka­dar dü­rüst­tür ki …” şek­lin­de baş­la­yan cüm­le ve­ya cüm­le­ler ile izah et­mek is­te­yen­ler ola­bi­lir mi bi­le­mem ama fik­rim­ce bu­nun “mis­kin­lik”ten öte bir açık­la­ma­sı ol­ma­sa ge­rek. Kal­dı ki, res­men doğ­ru­lan­mış ol­ma­sa da ba­zı ze­va­tın hu­su­sî kü­tüp­ha­ne­le­ri­ni ne­re­dey­se bu­ra­dan çı­kar­dık­la­rı bin­ler­ce ki­tap­la oluş­tur­duk­la­rı­na da­ir hi­kâye­ler ağız­dan ağı­za, ku­lak­tan ku­la­ğa do­la­şa gel­mek­te. Son ola­rak; Os­man­lı­ca-Türk­çe, Arap­ça, Fars­ça ve İb­ra­ni­ce ağır­lık­lı ol­mak üze­re 230.000 cilt­lik Ne­ar Eas­tern ko­lek­si­yo­nu­nun da bu bi­na­da ol­du­ğu­nu be­lir­te­rek bu bah­si ka­pa­ta­yım.

Di­nî Ha­yat

Prin­ce­ton gay­ri­müs­lim dün­ya­da­ki kam­püs­ler içe­ri­sin­de en bü­yük üçün­cü ki­li­se­ye sa­hip. Pek ta­bi, ki­li­se­nin bü­yük ol­ma­sı üni­ver­si­te men­sup­la­rı­nın çok da din­dar ol­duk­la­rı an­la­mı­na gel­mi­yor. Şu ana ka­dar le­ba­lep do­lu ol­du­ğu­na şa­hit ol­ma­dı­ğım gi­bi ne­re­dey­se dol­muş me­sa­be­si­ni de gör­müş­lü­ğüm yok. Ki­li­se­ye âbid­ler­den zi­ya­de yer­li tu­rist­ler rağ­bet gös­te­ri­yor. Bir de dü­ğün­ler için sık­lık­la kul­la­nı­lı­yor. Bu­nun­la be­ra­ber; Ame­ri­ka­lı ve çe­kik göz­lü­ler baş­ta ol­mak üze­re yet­miş iki mil­let­ten* ve muh­te­lif din­ler­den öğ­ren­ci­le­re sa­hip olan Prin­ce­ton’da di­nî ha­yat bu ki­li­se­den iba­ret de­ğil. Ki­li­se­nin he­men çap­ra­zın­da bu­lu­nan Mur­ray-Dod­ge Hall ay­nı za­man­da di­nî ofis ola­rak hiz­met ve­ri­yor. Bu çer­çe­ve­de Müs­lü­man öğ­ren­ci­le­rin di­nî ih­ti­yaç­la­rı­nı kar­şı­la­mak üze­re ku­ru­lan Mus­lim Stu­dent As­so­ci­ati­on ve onun baş­ka­nı, ce­maa­tin ima­mı, ni­kâh da dâ­hil ol­mak üze­re bü­tün di­nî iş­ler­den so­rum­lu olan ve ay­nı za­man­da Prin­ce­ton Üni­ver­si­te­si per­so­ne­li/me­mu­ru olan Su­ha­ib N. Sul­tan’ın ofi­si bu bi­na­da yer alı­yor. Bi­na­nın en üst ka­tın­da Müs­lü­man öğ­ren­ci­le­rin va­kit na­maz­la­rı­nı kı­la­bil­me­le­ri için ab­dest­ha­ne ve kü­çük bir mes­cid bu­lu­nu­yor. Cu­ma na­maz­la­rı ise da­ha ka­la­ba­lık ol­du­ğu için –ka­dın­lar­la be­ra­ber 40 ki­şi ci­va­rın­da– bi­na­nın gi­riş ka­tın­da bu­lu­nan sa­lon­lar­dan bi­ri­sin­de ifa edi­li­yor. Hâ­ke­za, Ra­ma­zan ayı bo­yun­ca da gâh üni­ver­si­te­nin gâh sa­ir Müs­lü­man­la­rın mad­di yar­dım­la­rı ya da öğ­ren­ci­ler ta­ra­fın­dan ha­zır­la­nan ye­mek­ler­le do­na­tı­lan if­tar sof­ra­la­rı da bu sa­lon­day­dı. Tür­ki­ye’de ol­du­ğu gi­bi en ka­la­ba­lık ce­maa­te sa­hip olan na­maz ol­du­ğu için üni­ver­si­te bay­ram na­maz­la­rı için da­ha ge­niş bir sa­lon tah­sis edi­yor. Ra­ma­za­nı bu­ra­da ge­çir­miş ol­mam mü­na­se­be­ti ile şu­nu da ila­ve et­mek is­te­rim ki, 30 gün bo­yun­ca muh­te­lif mut­fak­lar­dan ye­di­ği­miz if­tar ye­mek­le­ri içe­ri­sin­de en lez­zet­li­le­ri­nin ba­şın­da ke­sin­lik­le Türk mut­fa­ğı ge­li­yor. Mü­tea­kip sı­ra­lar ise Os­man­lı’nın taht-ı hâ­ki­mi­ye­tin­den ya da rah­le-i ted­ri­sin­den geç­miş ül­ke­ler­de.

***

Prin­ce­ton Üni­ver­si­te­si, Col­le­ge of New Jer­sey adıy­la 1746 yı­lın­da New Jer­sey – Eli­za­beth’te ku­rul­muş ilk kez. 1756 yı­lın­da ise Prin­ce­ton’a ta­şı­na­rak fa­ali­yet­le­ri­ne Nas­sa­u Hall’da de­vam et­miş. Prin­ce­ton’ın baş­kent­lik yap­tı­ğı 4 ay bo­yun­ca Mec­lis fonk­si­yo­nu da gö­ren Nas­sa­u Hall şu an­da kıs­men mü­ze ola­rak ha­ya­ti­ye­ti­ni sür­dü­rü­yor. Nas­sa­u Hall Prin­ce­ton Üni­ver­si­te­si kam­pü­sün­de yer alan en es­ki bi­na ol­ma özel­li­ği­ni de ta­şı­mak­la be­ra­ber kam­püs içe­ri­sin­de­ki di­ğer bi­na­lar da onu arat­ma­ya­cak den­li es­ki ya da es­ki gi­bi. Son de­re­ce mo­dern çiz­gi­ler ta­şı­yan bir­kaç bi­na­yı dış­ta bı­ra­ka­cak olur­sak kam­püs ta­ri­hî bir hü­vi­ye­te ve mi­ma­rî hay­si­ye­te sa­hip iz­le­ni­mi­ni zi­ya­de­si ile ve­ri­yor. Bu­na, –as­lın­da bu­nu New Jer­sey’inin ya da di­ğer adı ile Gar­den Sta­te’in ta­ma­mı için söy­le­ye­bi­li­riz; zi­ra bu böl­ge yer­le­şim me­kâ­nı ol­ma­dan ön­ce yağ­mur or­man­la­rı ile kap­lı imiş– pek ço­ğu bi­na­lar ka­dar ya da bi­na­lar­dan da­ha yaş­lı du­ran de­va­sa ağaç­la­rı da ek­ler­sek tab­lo bi­raz da­ha net hâle ge­le­cek­tir. Zan­ne­de­rim kam­pü­sün, bir­bi­ri­nin mü­tem­mim cü­zü ola­rak gö­re­bi­le­ce­ği­miz mi­ma­rî ve do­ğal hu­su­si­yet­le­ri Prin­ce­ton öğ­ren­ci­le­ri­nin kim­lik al­gı­la­rı­nı ve üni­ver­si­te­ye ai­di­yet duy­gu­la­rı­nı müs­pet yön­de et­ki­li­yor. Bu­gü­ne ka­dar Tür­ki­ye dı­şın­da­ki aka­de­mik ge­le­nek­ler­le kar­şı­laş­ma­mış ve hat­ta dev­let üni­ver­si­te­sin­den dı­şa­rı­ya adım at­ma­mış bi­ri­si ola­rak be­ni en çok et­ki­le­yen, dü­şün­dü­ren ve yer yer şa­şır­tan me­se­le­ler­den bi­ri­si bu­ra­da­ki üni­ver­si­te ve öğ­ren­ci iliş­ki­si­nin ya­hut da bi­raz ön­ce bah­set­ti­ğim ai­di­yet duy­gu­su­nun kuv­ve­ti ol­du di­ye­bi­li­rim. Zi­ra dev­let­ten çok az yar­dım alan ya­hut da al­ma­yan bu özel/va­kıf üni­ver­si­te­si­nin te­mel ge­lir kay­na­ğı­nı me­zun­la­rı­nın yap­tı­ğı ba­ğış­lar teş­kil edi­yor. Mev­zu­nun ehem­mi­ye­ti­ni vur­gu­la­mak için bir­kaç ra­kam ver­mem ge­re­kir­se: Prin­ce­ton Üni­ver­si­te­si’nin ba­ğış ha­vu­zun­da 12,6 mil­yar do­lar bu­lu­nu­yor (Bu ra­ka­mın kriz son­ra­sın­da­ki tu­tar ol­du­ğu­nu ve üni­ver­si­tenin kriz es­na­sın­da bu mik­ta­ra ya­kın bir meb­la­ğı kay­bet­ti­ği­ni de ay­rı­ca be­lirt­mem ge­re­ki­yor). Üni­ver­si­te­nin 1995-2000 yıl­la­rı ara­sın­da me­zun­la­rı bün­ye­sin­de yü­rüt­tü­ğü bir kam­pan­ya­da top­la­dı­ğı 1,14 mil­yar­lık ba­ğış ya da kam­püs içe­ri­sin­de­ki pek çok ta­şın­maz­da (taş, bank, bi­na, sı­ra, ma­sa vs.) gö­re­bi­le­ce­ği­niz ve sözko­nu­su ta­şın­ma­zın ba­ğış ol­du­ğu­nu gös­te­ren me­zun isim­le­ri­nin çok­lu­ğu, hem ba­ğı­şın üni­ver­si­te açı­sın­dan ta­şı­dı­ğı öne­mi hem de –ar­tık me­zun ol­muş– öğ­ren­ci­le­rin üni­ver­si­te­le­ri ile kur­duk­la­rı bağ­la­rın ka­vi­li­ği­ni gös­ter­me­si açı­sın­dan kay­da de­ğer. Di­ğer ta­raf­tan üni­ver­si­te­nin de –özel­lik­le li­sans– öğ­ren­ci­le­ri ile zi­ya­de­siy­le il­gi­len­di­ği­ni be­lirt­mek ge­re­ki­yor. Bu tav­rın Prin­ce­ton’a has ol­ma­dı­ğı­nı ha­tır­dan çı­kar­ma­mak kay­dı ile Prin­ce­ton Üni­ver­si­te­si’nin öğ­ren­ci­le­ri­ne en faz­la fon ayı­ran üni­ver­si­te­ler­den bi­ri­si ol­du­ğu­nun da al­tı­nı çi­ze­lim. Ör­ne­ğin; 5000 ci­va­rı li­sans ve 2500 ci­va­rı li­san­süs­tü öğ­ren­ci­si olan Prin­ce­ton Üni­ver­si­tesi’nin 2002-2003 dö­ne­mi içe­ri­sin­de öğ­ren­ci­le­ri­ne yap­tı­ğı yar­dım 13,25 mil­yon do­lar. Biz­de em­sa­li­ne rast­lan­ma­yan bu nev‘i üni­ver­si­te-öğ­ren­ci iliş­ki­si­nin te­bâ­rüz et­ti­ği fa­ali­yet­ler­den bi­ri­si ise me­zu­ni­yet tö­re­ni­nin he­men ar­dın­dan dü­zen­le­nen ve üç gün sü­ren me­zun­lar bu­luş­ma­sı. Biz­de li­se­le­rin me­zun­lar der­nek­le­ri ta­ra­fın­dan dü­zen­le­nen ve –bir­kaç üni­ver­si­te­yi is­tis­na ola­rak ka­bul eder­sek– üni­ver­si­te dü­ze­yin­de esa­me­si okun­ma­yan pi­lav gün­le­ri­ne mua­dil olan bu et­kin­lik­te­ki (üc­ret­li ol­ma­sı­na rağ­men) ka­tı­lım yo­ğun­lu­ğu ve ne­re­dey­se yü­rü­me­ye me­ca­li ol­ma­ya­cak ka­dar ih­ti­yar me­zun­la­rın da­hi tu­run­cu-si­yah (Prin­ce­ton Üni­ver­si­te­si’nin bu renk­le­ri kul­la­nı­yor) el­bi­se­le­ri ile iş­ti­rak et­me­le­ri her­hal­de yu­ka­rı­da al­tı­nı çiz­me­ye ça­lış­tı­ğım ai­di­yet duy­gu­su­nun en ba­riz gös­ter­ge­le­rin­den bi­ri­si.

Ne ka­dar uzak bi­ze…

Ma­ba­di var…

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir